Miladi takvim ya da Gregoryen takvim, Jülyen takviminin yerine Papa XIII. Gregory tarafından yaptırılan takvim. Milad'ı tarih başlangıcı ve Dünya'nın Güneş etrafındaki dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik zamanı "1 yıl" olarak kabul eder.
Dünyada en yaygın olarak kullanılan takvimdir.
Önce Hicrî takvim nedir ona bakalım;
1 yılı 354 ya da 355 gün olan ve 12 kameri aydan oluşan, Muhammed'in(s.a.v) Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç yılı (1. yıl) kabul eden ve Ay'ın Dünya çevresinde dolanımını esas alan bir takvim sistemidir. Hicretin, Muharrem ayı yani takvimin başlangıç günü ya da ayıyla bir ilgisi yoktur.
Hz. Peygamber (s.a.v), Safer ayının 27.günü
Hz. Ebubekir(r.a)ile birlikte Medine'ye hicret etmek üzere Mekke'den ayrılmış, 4 gece Sevr Mağarası'nda kalmış. 1 Rebiülevvel Pazartesi günü Sevr Mağarasından Medine'ye doğru yola çıkmışlardır. 8 Rebiülevvel / 20 Eylül 622 Pazartesi günü Kubaköyüne gelmiş. Burada Kuba Mescidi'ni inşa etmiş ve 12 Rebiülevvel Cuma günü Medine'ye doğru hareket etmişlerdir.
Hicri Kameri Takvim
Hz. Ömer(r.a)zamanında Hicretin 17. yılında alınan bir kararla Hicretin olduğu sene Hicri Takvimin 1. yılı ve o yılın Muharrem ayı da Hicri Kameri takvimin yılbaşısı kabul edilmek suretiyle, o yıl 1 Muharrem'in rastladığı 16 Temmuz 622 tarihi de Hicri Kameri Takvimin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Pratikte Hicri Takvim olarak bu bilinmektedir.
Aylar
1 | Muharrem | محرم | Haram (mübarek) kılınmış | Günah işlemenin yasaklanmış olduğu mübarek ayların ilkidir |
2 | Safer | صفر | Boş manasında | Gıda veya savaş için yola çıkılan ve evlerin boş bırakıldığı ay idi |
3 | Rebiülevvel | ربيع الأول | İlk bahar | İsmi baharda verildiği için |
4 | Rebiülahir | ربيع الآخر | Son bahar | İsim ilkden sonra geliyor |
5 | Cemaziyelevvel | جمادى الأولى | İlk çorak toprak ya da ilk don | Yazın ismi verildiği için veya kışın su donduğu için |
6 | Cemaziyelahir | جمادى الآخرة | Son çorak toprak ya da son don | İsim ilkden sonra geliyor |
7 | Recep | رجب | Saygı, onur | Mübarek ayların ikincisidir |
8 | Şaban | شعبان | Dağılmış, yayılmış | Su bulmak için dağılınan aydır |
9 | Ramazan | رمضان | Yanma, sıcak olma | Oruç ayı, en saygın ve değerli kabul edilen aydır |
10 | Şevval | شوّال | Yükselmiş | Gebe dişi develer kuyruklarını kaldırır |
11 | Zilkade | ذو القعدة | Barışa sahiplik eden | Üçüncü mübarek aydır |
12 | Zilhicce | ذو الحجّة | Hacca sahiplik eden | Hac ayıdır, son mübarek aydır |
Günler
Arapça | Türkçe | İngilizce | Endonezce | Farsça | ||||||
1 | Yevmu’l-İs̠neyn يوم الاثنين | Pazartesi | Monday | Senin | Du-Şenbe دوشنبه | |||||
2 | Yevmu’s̠-S̠ülās̠ā’ يوم الثلاثاء | Salı | Tuesday | Selasa | Se-Şenbe سه شنبه | |||||
3 | Yevmu’l-Erbi‘ā’ يوم الأربعاء | Çarşamba | Wednesday | Rabu | Çehar-Şenbe چهارشنبه | |||||
4 | Yevmu’l-Hamīs يوم الخميس | Perşembe | Thursday | Kamis | Penç-Şenbe پنجشنبه | |||||
5 | Yevmu’l-Cumu'a يوم الجمعة | Cuma | Friday | Jumat | Com‘e veya Adineh جمعه veya آدينه | |||||
6 | Yevmu’s-Sebt يوم السبت | Cumartesi | Saturday | Sabtu | Şenbe شنبه | |||||
7 | Yevmu’l-Eḥad يوم الأحد | Pazar | Sunday | Minggu veya Ahad | Yek-Şenbe یکشنبه |
« Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah'ın katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram (ay)lardır. İşte doğru din budur. O aylar içinde (konulmuş yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin. (Tevbe suresi, 9/36) » |
'« Ey Muhammed! Sana (kutsal) ayı ve o aydaki savaşı sorarlar; de ki, 'O ayda savaşmak büyük suçtur. (Bakara suresi, 2/217) » |
« Haram ayları ertelemek, ancak inkarda daha da ileri gitmektir ki bununla inkar edenler saptırılır. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısına uygun getirip, böylece Allah'ın haram kıldığını helal kılmak için Haram ayı bir yıl helal, bir yıl haram sayıyorlar. Onların bu çirkin işleri, kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah inkarcı toplumu doğru yola iletmez. (Tevbe Suresi, 9/37) » |
OSMANLI DEVLETİ'NİN KULLANDIĞI TAKVİMLER
Osmanlı İmparatorluğunda üç değişik takvim kullanılmıştır : hicri, rumi ve miladi. Kameri takvim olarak da bilinen Hicri takvim yeni Ayın göründüğü günün başlangıç kabul edildiği, 12 aydan oluşan yıla dayanan takvim sistemidir. Osmanlı İmparatorluğunda miladi 1676 yılına kadar resmi işlerde hicri takvim kullanılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin miladî takvimi kabulü
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, önce Hicrî takvim, sonra da 1 Mart'ı yılbaşı kabul eden Malî takvim kullanılmıştı. Cumhuriyet'in ilanından sonra, Malî 26 Kânun-i Evvel 1341'de (26 Aralık 1925) kabul edilen "Takvimde Tarih Mebdeinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun" ve "Günün 24 Saate Taksimi Hakkında Kanun" adlı iki ayrı yasayla 1 Ocak 1926'dan başlayarak Gregoryen takvim benimsendi.
Yılbaşını 1 Ocak olarak alan bu takvimin yanı sıra günü 12 saatlik gündüz ve 12 saat gece dilimlerine ayıran saat sistemi yerine 24 saatlik bir gün kabul edildi.
Kutlu doğum neden mevlid kandili yerine miladi takvime göre kutlanır ? Bunların arkasında siyonizm mi var ?.
Kutlu doğum haftası 1989 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı işbirliği ile yapılan istişare ve müzakereler sonucu peygamberimizin doğumu olan 20 nisan tarihi dondurularak/sabitlenerek hafta içerisinde peygamber sevgisini insanımıza tanıtma amaçlanarak değişik etkinliklerle kutlanma kararı alındı.
Hz muhammedin(S.A.V) doğumu 12 rebiulevvel 571 de 20 nisana tekabül ediyor. Bunlar da diyorlar ki madem öyle yıl içinde yok yaza geldiydi yok kışa geldiydi diye uğraşmayalım. 20 nisanda yapalım. Bırak mevlit kandilinin niye 20 nisanda kutlandığını, mevlit kandili niye kutlanır bunu araştıralım. Niye 20 nisan olduğunu söyledim. Mevlit kandilinin kutlanma sebebi ise hayattan dışlanmış tenzih edilmiş peygamber anlayışıdır. Sünnet yok. onunla yatıp onunla kalkma haşir neşir olma onun gibi düşünüp onun gibi yaşamaya çalışma yok. Ya biz daha ne yapalım onun doğumunu idrak ettik kutlu doğum yaptık işte mevzusu. Bu ilk kutlamaların fatımiler zamanında başladığı rivayet olunur. Osmanlı da ise yakın zamanlarda başlamıştır. Fatımiler de şimdi adamlar kendilerine doğum günü yapmak istiyorlar ama millet şimdi der ki bak hele bunlar doğum günü yapıyorlar. Din de yoktur falan. o zaman biz de önce Muhammedin (s.a.v.) doğumunu kutlarız. Böylelikle bunu önce dine malederiz. Kimse bize siz niye doğum günü kutluyonuz diye kızmaz. Ne Resul döneminde ne de sahabe döneminde doğum günü kutlanmamıştır. Beni memnun mu etmek istiyorsunuz benim elimi ayağımı falan öpmeyin sakalımı falan öpmeyin doğum günümü kutlamayın Allaha kulluk edin sünnetimi ihya edin fikirlerimi yaşatın hareket etttiğim gibi hareket edin derdi.
Eski alimlerimiz "kim kime özenirse o da onlardandır" hadisi gereği doğum günü kutlamak hırıstiyanarın adetlerindendir. Bu yüzden doğum günü kutlamak caiz değildir" derlerdi... Günümüzde ise cemaat ve kurumlar kutlamak için adeta yarışıyor ve adeta gövde gösterisine dönüştürüyorlar... Ancak bence asıl önemli olan bu uygulamanın adeta Hrıstyanların NOEL'ine dönüşme tehlikesidir... Ben Kur'an'ın, sünnetin ya da İslam alimlerinin sözlerinin hiç bir yerinde "kadın erkek iç içe bulunabilir ve hatta kadınlar ön saflarda erkekler arka saflarda bulunabilir" diye bir ibare görmedim. Aksine bu tür davranışların yasaklandığını biliyorum. Ama maalesef bu uygulamanın hemen her yerde karşımıza çıktığına şahit olmaktayız... İkinci bir husus: Hz Peygamberi sevdiğimizi söylüyoruz ama onun sünnetini ihya etmiyoruz. O'nu sevdiğimizi söylüyoruz ama ırkından, yaratılışından v.b şeylerden dolayı insanları aşağılayabiliyoruz. O'nu seviyoruz ama başka şeylere muhabbet ediyoruz...Bunu istediğiniz kadar uzatabilirisiniz. Sözün özü Kutlu doğumu bile kutlarken samimi ve ihlaslı değiliz..
Yılbaşı Kutlamak Günah mı? Yılbaşı Noel midir?
Yılbaşı kavramı, Miladi Takvim'de 1 Ocak'tır. Miladi Takvim'de 1 Ocak günü eski yılın bittiği, yeni yılın başladığı gün anlamına geliyor.
Yılbaşı kutlamak Batı ülkelerinde eskiden beri süregelen bir "kültür" olarak karşımıza çıkıyor.
Her yılbaşı internette pek çok kişi;" Yılbaşı Haram mıdır? Yılbaşı kutlamak günah mıdır? Yılbaşı Noel midir? Yılbaşı ne demektir? Yılbaşı İslam dininde var mıdır?" gibi sözleri arıyor.
Yılbaşı kavramı ile Noel Kavramı ülkemizde sıkça karıştırılsa da, dinimizde iki durum ile ilgili de hükümler mevcuttur. Her ne kadar yılbaşı kavramı ile noel kavramı aynı olmasa da, Batı ülkelerinin kültürlerinden gelme bu iki kavram da "ayet ve hadislerce" açıklanmış ve belirli hükümler konmuştur.
Noel Kavramı, Hristiyan Dünyası'nda Hz.İsa'nın dünyaya geldiği hafta yapılan belirli etkinliklere verilen isimdir. Noel Baba, Christmas, Hindi kesmek gibi pek çok "adet", Batı Dünyası'na ait kavramlardır ve Hristiyan dünyası'nın gelenekleridir. Noel Kutlamak ile ilgili dinimizdeki hükümler şöyledir;
Noel Kutlamak veya Noel ile ilgili birşeyler yapmak, başka dinlere benzemek anlamına gelmektedir. İslam dininin başka kutsal günleri vardır ve bu günlerde yapılacak başka ritüellerde vardır. İslam Dininde başka dinlere ve kültürlere benzemek kesinlikle yasaklanmıştır.
"Kim herhangi bir gruba benzeşirse o da onlardandır." (Ebu Davûd, Libas 4)
hadisinde de belirtildiği gibi, Hristiyanlar'ın adetlerine uyum sağlamak ve onlara benzeşmek, İslam dininde kat'iyen yasaklanmıştır. Yine Maide Suresi 5. Ayet'te de belirtilmiştir ki;
"...Sizden kim onları dost edinirse, oda onlardandır..." (Maide: 5/51)
Yılbaşı Kutlamak ile ilgili hükümler nelerdir?
Noel Kavramı, 25 Aralık'ta Hz.İsa'nın doğumuna dair Hristiyanların gerçekleştirdiği etkinliklere verilen isimdir. Yılbaşı her ne kadar Noel ile aynı şey olmasa da, yine Batı Dünyası'na ait bir kavramın taşınması anlamına gelir. Biz Müslümanlar'ın takvimi "Hicri Takvim'dir". Günümüzde her ne kadar global bazı sebeplerden ötürü Miladi Takvim kullanılsa da, Müslümanların esas yılbaşı'sı Hicri Yılbaşı'dır ve bu gün ve gece dualar ve ibadetler ile ihya edilir.
"Kendini ve yaratılış gayesini unutarak, değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayrimeşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz"
Miladi Takvimle Müslümanları Hristiyanlaştırma projesi
1 Nisan'ın Gerçek Yüzü
15. yüzyılın sonlarında, Haçlı ordusu, Endülüs Müslümanları'nın son kalesini kuşatır. Uzun süren bir kuşatma olmasına rağmen, kış aylarının da etkisiyle, kale korunabilmektedir. Durumun zorluğunu anlayan Haçlı ordusunun komutanı, değişik taktikler düşünmektedir.
En sonunda 31 Mart gecesi Kalenin önüne giderek bir elinde Kurân, bir elinde İncil; “Şu iki kitap üzerine yemin ederim ki, teslim olursanız BU AKŞAM size bir şey yapmayacağım” der. Gerekli görüşmelerden sonra canlarının kurtarılması karşılığında Müslümanlar, kaleyi teslim ederler.
Ertesi sabah, yani 1 Nisan sabahı, Haçlı ordusu komutanı bütün Müslümanların öldürülmesi için emir verir. Bunun üzerine Müslümanlar;“Yemin etmiştiniz, bize söz vermiştiniz” dediklerin de Haçlı ordusu komutanı “Benim sözüm size dün akşam içindi, bugün için size bir sözüm yoktur.” diye cevap verir ve bütün Müslümanlar, orada şehit edilir. İşte o gün bugündür.1 Nisan, Hıristiyanlar arasında "Hile günü" olarak kutlanmaktadır ve bu bir gelenek haline gelerek günümüzde 1 Nisan şakası haline gelmiştir.
Miladi Takvimle Müslümanları Hristiyanlaştırma projesi
Dikkat çeken bazı detaylar
Yahudi bayramları
Nisan ayına özel
11-18-24 nisan yahudi bayramları.
24 nisan ermeni sözde soy kırımı
Şükran Günü
Şükran Günü, dünya çapında bir Amerikan geleneği olarak bilinen ve her sene kasım ayında kutlanan bir bayramdır.
Cadılar Bayramı (Happy Halloween)
Tarihi çok eskilere dayanan Halloween, Katolik Kilisesi’nin çıkarttığı ve “Azizlerin Gecesi” (All Hallows Eve) anlamındadır. Yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilen 1 Kasım’dan 1 gün önce (arife günü) kutlanır. Yazın bitmesi, karanlığı temsil eden soğuk kışın gelmesi anlamına gelir Halloween. Bu dünyadan göçme, toprağa geri dönme olarak da yorumlanır. Ölümü anlatan toprağa dönme hadisesi sonradan cadıların, kötü ruhların toprakla birlikte kaybolması olarak anlamlandırılmış ve ‘Cadılar Bayramı’ olarak şekillenmiştir.Günümüzde Halloween bazı Batı Avrupa ülkelerinin yanısıra genellikle İrlanda, Amerika, İngiltere, Kanada ve Porto Riko’da kutlanır.
Paskalya
Hıristiyanların Hz. İsa’nın dirildiğine inandıkları gün yaptıkları bayram. Her yıl Mart ayının 14. gününü izleyen Pazar günü, hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın dirildiği gündür.
Noel
(31 Aralık) Noel gecesi
Hristiyanların Hz. İsa‘nın doğum günü dolayısıyla kutladıkları bayram; bu bayramın kutlandığı zaman süresi; Miladi yılı Ocak ayının birinci gününün gecesi; Milad; Hz. İsa‘nın doğumu kabul edilen gün.
Noel
(31 Aralık) Noel gecesi
Hristiyanların Hz. İsa‘nın doğum günü dolayısıyla kutladıkları bayram; bu bayramın kutlandığı zaman süresi; Miladi yılı Ocak ayının birinci gününün gecesi; Milad; Hz. İsa‘nın doğumu kabul edilen gün.
Daha birçok sayabilir miladi takvim tamamen İslamla alakası olamayan kutlamalarla dolu.
“Kutlu Doğum” tabiri İslami imiş gibi anlaşılıyor. Halbuki Peygamberimiz, bir hafta veya bir ayda anıp unutacağımız bir tarihi karakter değil, hayatımızın her anında örnek almamız gereken bir peygamberdir.”
Hz. Peygamber’i, ona gösterilmesi gereken saygı ve sevgiye mütenasip bir ilmi ciddiyetle ele almaktan uzak olan Müslümanların elinde oyuncak olmaktan kurtarmaktır.”
1989 yılında kutlamaların “Kutlu Doğum Haftası” adı altında yapılması kararlaştırıldı. Teklif FETÖ’nün elebaşı Gülen’den övgü ile bahseden Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay ve Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne’den gelmiş, kutlamaların ismini de Ayvaz Gökdemir bulmuştu.
“Kutlu Doğum” ilk yıl 12 Eylül-17 Ekim 1989, ikinci yıl 1 Ekim-7 Ekim 1990, sonraki sene 20 Eylül-26 Eylül 1991, 1992´de 9 Eylül-15 Eylül ve 1993´te ise 30 Ağustos-5 Eylül günleri arasında kutlandı. Hafta ilk zamanlar kimsede rahatsızlık meydana getirmedi. Zira eskiden olduğu gibi hicri takvime göre kutlama yapıldı. Çok geçmeden Türk milletinin kalbini sızlatacak girişimler başladı. 1994 senesine gelindiğinde kutlama tarihi 20 Nisan-26 Nisan günleri arası sabitlendi. Her yıl Mevlid Kandili farklı bir tarihe denk geliyor, ancak millet Peygamber Efendimizin doğum gününü nisan ayında kutluyordu. Bir süre sonra Kutlu Doğum Haftası’nın son gününün FETÖ elebaşı Gülen’in doğum tarihi ile çakıştığı fark edildi. Görünürde Peygamberimizin doğum günü kutlanıyordu. Ancak perde arkasında yapılanlar farklı bir şeydi. Tepki üzerine 2008 yılından itibaren etkinlik tarihi bir hafta öne alındı.
KIŞA DENK GELİNCE...
Hâlen FETÖ’den tutuklu bulunan Mümtaz’er Türköne süreci anlatırken şu itirafta bulunuyordu: “İlerleyen yıllarda, Mevlid Kandili kış aylarına tesadüf edince, Kutlu Doğum’u sabitlemeye karar verdik. Miladi takvime göre nisan ayında bu hafta, Diyanet’in önayak olmasıyla “Kutlu Doğum Haftası” olarak ilan edildi. Başlarda epeyce itiraz geldi. Bidat olarak görüldü.”
Artık FETÖ, projesini istediği gibi yönlendiriyordu. Bir Fransız akademisyenin önerisiyle her yıl farklı gündem ile Peygamberin anlatılması kararlaştırıldı. Ancak programlarda neredeyse Peygamber Efendimiz hiç konuşulmuyor güya insanlık idealleri işleniyordu. Şefkat, merhamet, güven, itimat gibi konulara yer veriliyor “evrensellik” mesajlar anlatılıyordu.
HRİSTİYANLAR GİBİ YAPALIM!
Bu, Hristiyanların Noel yortusuna alternatif bir hafta oluşturmaya çalışıldığı yorumlarına sebep oldu. Zira FETÖ’nün başı Gülen, Ekim 1991’de Sızıntı dergisindeki yazısında şöyle diyordu: Acaba bu Kutlu Doğum’u daha içten ve daha ciddi olarak değerlendiremez miyiz? Hazreti İsa ile alakalı günler, halkı Hristiyan olsun-olmasın, hemen her ülkede âdeta neşe, sevinç kıyametleriyle kutlanır; Her tarafa O’nun adına tebrikler, hediyeler yağar. Dört bir yan kandillerle süslenir, çarşı-pazar renklerle-ışıklarla kahkaha atar.
Gülen’in dediği gibi yapıldı. Kutlamaların, suyu çıkarıldı. Peygamber Efendimizi anlatmanın dışında her şey yapılmaya başlandı. Diyanet ise bu duruma tepki göstermediği gibi işin organizatörü oldu.
BİR TEK EFENDİMİZ YOK!
Kutlu Doğum Haftasında ilk zamanlar Peygamber Efendimizin hayatı anlatılırken zamanla iş, Türkçe Olimpiyatları gibi FETÖ’nün sazlı sözlü eğlencelerine döndü. Diyanet ise bu duruma hem tepki göstermedi hem de âlet oldu.
Cübbeli Ahmaet Hocanın daha önceki yazısından;
Peygamberimizin doğumunun miladi takvime göre kutlanmasının bazı sakıncalarından bahsediyor ve uyarıyor: “Eğer bu bir haftaya sabilenecek ise rabîulevvel ayının 12. gecesini içinde barındıran haftaya sabitlensin” İşte o mektubun ilgili bölümü:
Biliyorsunuz bu aralar Kutlu Doğum haftası olarak 21 nisan tarihindne itibaren bir hafta kutlama ilan ediyorlar. Diyanet bunu 10-15 sene evvel çıkardı tutturamadı. Şimdi yine başlattı. Fakat bu uygun bir durum değildir. Hapishanede bile millet kandil sanmış, kandilimi tebrik ediyorlar. Halbuki ne kandili, cemâziyelevvel ayında kandil mi var?! Yetkililerden biri bile televizyona çıkmış kutlu doğum tebrik ederken rabîulevvel 12 diye konuşuyor yani cemâziyelevveli rabîulevvel sanmış, çünkü hakiki mevlid kandili rabîulevvel de olduğu için karıştırmış.
Hiçbir dînî kutlama milâdî takvime göre yapılmaz. O zaman biri de kalkar, ramazanı serin ve kısa günleri olan kışın bir ayına sabitlemek ister, nitekim istemiş bakın 26 nisan perşembe gününün yazısında Can Ataklı “Ramazan sabitlenemez, Kutlu Doğum Haftası sabitlenir” başlığıyla neler yazmış:
“İlk defa yazmıyorum, birkaç yıldır yazıp dikkat çekmeye çalışıyorum, ama malum koro hep tepki gösteriyor. Kutlu Doğum Haftası’nı kutluyoruz. Anlamı şu; diyanet 1989’da Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in doğum gününü mîlâdi takvime göre sabitledi ve bu kutlu günün bulunduğu haftayı Kutlu Doğum Haftası olarak ilan etti. Hazreti Muhammed’in(s.a.v) doğum günü mîlâdi takvime uyarlanınca nisanın üçüncü haftasına denk geliyor.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra takvimde de değişiklik yapılmıştı ama dini günler bakımından kameri takvime uyuldu. Ramazan ya da Şeker Bayramı, Kurban Bayramı, bütün kandillerde olduğu gibi.
Kutlu Doğum Haftasında ilk zamanlar Peygamber Efendimizin hayatı anlatılırken zamanla iş, Türkçe Olimpiyatları gibi FETÖ’nün sazlı sözlü eğlencelerine döndü. Diyanet ise bu duruma hem tepki göstermedi hem de âlet oldu.
Cübbeli Ahmaet Hocanın daha önceki yazısından;
Peygamberimizin doğumunun miladi takvime göre kutlanmasının bazı sakıncalarından bahsediyor ve uyarıyor: “Eğer bu bir haftaya sabilenecek ise rabîulevvel ayının 12. gecesini içinde barındıran haftaya sabitlensin” İşte o mektubun ilgili bölümü:
Biliyorsunuz bu aralar Kutlu Doğum haftası olarak 21 nisan tarihindne itibaren bir hafta kutlama ilan ediyorlar. Diyanet bunu 10-15 sene evvel çıkardı tutturamadı. Şimdi yine başlattı. Fakat bu uygun bir durum değildir. Hapishanede bile millet kandil sanmış, kandilimi tebrik ediyorlar. Halbuki ne kandili, cemâziyelevvel ayında kandil mi var?! Yetkililerden biri bile televizyona çıkmış kutlu doğum tebrik ederken rabîulevvel 12 diye konuşuyor yani cemâziyelevveli rabîulevvel sanmış, çünkü hakiki mevlid kandili rabîulevvel de olduğu için karıştırmış.
Hiçbir dînî kutlama milâdî takvime göre yapılmaz. O zaman biri de kalkar, ramazanı serin ve kısa günleri olan kışın bir ayına sabitlemek ister, nitekim istemiş bakın 26 nisan perşembe gününün yazısında Can Ataklı “Ramazan sabitlenemez, Kutlu Doğum Haftası sabitlenir” başlığıyla neler yazmış:
“İlk defa yazmıyorum, birkaç yıldır yazıp dikkat çekmeye çalışıyorum, ama malum koro hep tepki gösteriyor. Kutlu Doğum Haftası’nı kutluyoruz. Anlamı şu; diyanet 1989’da Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in doğum gününü mîlâdi takvime göre sabitledi ve bu kutlu günün bulunduğu haftayı Kutlu Doğum Haftası olarak ilan etti. Hazreti Muhammed’in(s.a.v) doğum günü mîlâdi takvime uyarlanınca nisanın üçüncü haftasına denk geliyor.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra takvimde de değişiklik yapılmıştı ama dini günler bakımından kameri takvime uyuldu. Ramazan ya da Şeker Bayramı, Kurban Bayramı, bütün kandillerde olduğu gibi.
Birkaç kez asla dînî açıdan değil ama dinin de emri olan “Zamana göre yaşamı kolaylaştırma” ilkesinden hareketle Ramazan’ın mîlâdi takvime göre sabitlenebileceğini iyi niyetle yazmıştım. Kıyamet kopmuştu. Dini günlerde hicri takvim kullanılmasının esas olduğu, İslam’ı sulandırmaya kimsenin kalkamayacağı, dini bilmeyenlerin ahkâm kesmemesi gerektiğini söylemişlerdi. Ama nedense Kutlu Doğum Haftası’nın miladi takvime uyarlanmasına kimse karşı çıkmıyor. Sâhi neden?”
İşte görüyor musunuz ileride bu iş başımızı ağrıtır, ayrıca bu nisan durmaz ki yarın receb, şaban, ramazan gibi aylara da denk gelecek, bu sefer millet Peygamberimiz recepte yâhut ramazanda doğmuş sanacak, bir de o hafta miraç, beraat ve kadir geceleri gibi kandile rastlarsa ki birkaç yıl sonra bunlar olacak, o zaman millet Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kadir gecesi felan doğduğunu sanacak.
Hiç mi düşünmüyorlar, bu yanlıştan âcil dönülsün, bu bir haftaya sabitlenecekse rabîulevvel ayının 12. gecesini içinde barındıran haftaya sabitlensin. Nitekim mevlid kutlamaları Suriye ve Fas gibi ülkelerede rabîulevvel ayının tamamına teşmil ediyor ki bu yerinde bir uygulamadır.
İşte görüyor musunuz ileride bu iş başımızı ağrıtır, ayrıca bu nisan durmaz ki yarın receb, şaban, ramazan gibi aylara da denk gelecek, bu sefer millet Peygamberimiz recepte yâhut ramazanda doğmuş sanacak, bir de o hafta miraç, beraat ve kadir geceleri gibi kandile rastlarsa ki birkaç yıl sonra bunlar olacak, o zaman millet Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kadir gecesi felan doğduğunu sanacak.
Hiç mi düşünmüyorlar, bu yanlıştan âcil dönülsün, bu bir haftaya sabitlenecekse rabîulevvel ayının 12. gecesini içinde barındıran haftaya sabitlensin. Nitekim mevlid kutlamaları Suriye ve Fas gibi ülkelerede rabîulevvel ayının tamamına teşmil ediyor ki bu yerinde bir uygulamadır.
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in doğumunu ne kadar kutlasak azdır, ama Allâh-u Te?âlâ vakitlerin tâyini için mîlâdi ayları değil, gökteki ayları tayin etmiştir. Rabbimiz:
“Sana hilâller(in ip ince doğuşundan sonra büyümesinin ardından eski haline dönmesinin hikmetin)den soruyorlar. (Habîbim!) De ki: ‘Onlar, insanlar(ın ekip biçme, borç ödeme, oruç tutma, bayram yapma ve iddet müddeti gibi işlerinin zamanlarını bilmeleri) ve (özellikle) hac (ibadetinin zamanını tespit etmeleri) için vakit bildiren şeylerdir’” (Bakara Sûresi:189’dan) kavl-i şerîfi de bu hakikati nâtıktır.
Hiçbir dînî günümüz milâdî takvime göre değilken mevlidi bu şekilde kutlamak dînî günlerimizi değiştirme gibi bir tehlikeye öncülük edeceği gibi daha şimdiden milletimizin kafasını karıştırmakta ve bazılarını “Paygamberimiz kaç kere doğdu yâ hu, daha birkaç ay evvel mevlid kandili değil miydi?!” diye konuşturmaktadır.
Bir de birkaç yıl sonra mevlid kandili nisanın başına denk gelince seyreyle gümbürtüyü! Yâ hu din işlerinde yenilik çıkarmaya ne gerek var?! Osmanlı ecdadımızın 650 yıllık isabetli uygulamalarına uymak neyimize yetmiyor?! Benden söylemesi, yetkililere bu hususu ulaştırırsanız Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de sizden razı olur inşâallâh.
“Sana hilâller(in ip ince doğuşundan sonra büyümesinin ardından eski haline dönmesinin hikmetin)den soruyorlar. (Habîbim!) De ki: ‘Onlar, insanlar(ın ekip biçme, borç ödeme, oruç tutma, bayram yapma ve iddet müddeti gibi işlerinin zamanlarını bilmeleri) ve (özellikle) hac (ibadetinin zamanını tespit etmeleri) için vakit bildiren şeylerdir’” (Bakara Sûresi:189’dan) kavl-i şerîfi de bu hakikati nâtıktır.
Hiçbir dînî günümüz milâdî takvime göre değilken mevlidi bu şekilde kutlamak dînî günlerimizi değiştirme gibi bir tehlikeye öncülük edeceği gibi daha şimdiden milletimizin kafasını karıştırmakta ve bazılarını “Paygamberimiz kaç kere doğdu yâ hu, daha birkaç ay evvel mevlid kandili değil miydi?!” diye konuşturmaktadır.
Bir de birkaç yıl sonra mevlid kandili nisanın başına denk gelince seyreyle gümbürtüyü! Yâ hu din işlerinde yenilik çıkarmaya ne gerek var?! Osmanlı ecdadımızın 650 yıllık isabetli uygulamalarına uymak neyimize yetmiyor?! Benden söylemesi, yetkililere bu hususu ulaştırırsanız Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de sizden razı olur inşâallâh.
SİYONİZMİN MÜSLÜMANLIĞI HRİSTİYANLAŞTIRMA PROJESİ (BÜYÜK DEĞİŞİM PROJESİ)
(Yıllardır nasıl farkedemediğimiz bir değişime uğramışız tek tek göreceğiz.)
Bu proje dış kaynaklıdır ve Müslümanları değil, Müslümanlığı Hıristiyanlaştırma projesidir. Bu proje ferdi değildir ama fertler projeye hizmet eder. Hristiyanlığın bu projeye başvurmasının sebebi Müslümanları Hıristiyanlaştıramadıkları için bu projeye başvurmuşlardır.
Varsın Hıristiyanlaşsın oda Allah’ın dini değil mi oda semavi bir din değil mi? Diyecek konuma gelmiş insanlar vardır. Bu dinler madem semavi din olarak kaldıysa neden Allah İsa’yı (a.s) gönderdi. Madem Hıristiyanlık semavi dindi Allah neden Hz. Muhammedi (s.a.v.) gönderdi.
Hâlbuki İncil Allah’ın gönderdiği gibi kalmamış ve değiştirilmiştir. İncil yalan yanlış o kadar çoğaltılmış ki etrafta yüzlerce İncil dolaşır olmaz. Bunun farkına varan rahipler ise bunların arasından eleme yaparak, İnsan aklıyla bunları 4 ‘e indirmişlerdir. Barnava papazların çoğu tarafından kabul edilmiyor. Neden? Çünkü bu İncil’ de Hz. Muhammed’in (s.a.v.) geleceği yazılıdır. Onlar ise Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Peygamber olduğunu ve son peygamber olduğunu asla dile getirmezler.
Bu yüzden Hıristiyanlık Allah’ın dini olmaktan çıkmış, papazların (kişilerin) dini olmuştur. Hristiyan kaynaklarına baktığımız zaman İncil’in çeşitli zamanlarda reform’e (değiştirildiğini) edilmiş ve edilmekte olduğunu görürüz.
Bu kadar değişime rağmen bu dinden semavi din diye söz etmek doğru değildir.
Yahudilikte Dinin hayata müdahalesi mensuptur. Her ne kadar değiştirilmiş bir din olsada halen hayata müdahaleye devam etmektedir. İsrail şuanda da görüldüğü gibi hayata müdahaleye devam ediyor. İncil ise hayattan elini eteğini çekmiştir.
Dinin Allah’la kul arasında yaşanması gerektiğini öne sürer.
Yahudiler cumartesi günü dinleri öyle emrettiği için tatil yaparlar. O gün kimse çalışmaz. Uçak kalkmaz, inmez. Hiç bir şey yapılmaz. Bunun nedeni onların kitabında şöyle açıklanır:” Allah dünyayı 6 günde yaratmıştır ve yedinci gün yorulduğu için dinlenmiştir ve onun dinlendiği gün cumartesi günüdür.” O yüzden cumartesi günü çalışmak günahtır.
Yahudiler Kuran’dan ayetler çalıp, değiştirerek Tevrat’a uyarlamışlardır.
Yahudilerin yasalarının ilk başında da şu yazar: “ Hiçbir yasa Tevrat’a aykırı olamaz.” Şuanda dünyada Din kitabında yer alan bütün emirleri uygulayan tek din devleti İsrail’dir.
Hristiyanlık ise reform’e edile edile şu özellikleri taşır hale gelmiştir:
1)Devamlı reform’a açık bir din haline gelmiştir.
2)Hayattan uzaklaştırılmış bir dindir. Hayata hiçbir müdahalesi yoktur.
3)Hristiyanlık kalbe sığınıp kalıbı, bedeni, vücudu hayatın akışına terk etmiştir. Müslümanlara da din ve vicdan işi denilerek aynı şey yapılmaya çalışılmaktadır.
4)Hristiyanlık yasakları, tehditleri ve cezaları olmayan bir din haline getirilmiştir. Müslümanlara ise cezalar anlatılmadan dini sevdirmeye çalışan bazı cahiller vardır. Kuran-ı Kerim ise “Kuran’a ve Rasulüne karşı savaşanların cezalarının ölüm olduğunu bildirir.” Cezalar olmadan disiplin sağlanamaz. Öğrencilere okuldan uzaklaştırma cezası verilmesi de bir daha kötü bir şey yapmaması içindir. Buda ona benzer.
5)Reform adına devlet idaresiyle alakası olmayan bir din haline getirildi. Tıpkı şuanda devlet ayrı din ayrı diyenlerin yapmak istedikleri gibi.
Hristiyanlık dünyanın en karanlık çağı, İslam ise dünyanın en aydınlık çağıdır. Hıristiyanların dünyaya düz, dönmüyor dedikleri çağda, İslam dünyanın yuvarlak olduğunu okullarda okutuyordu.
Önceden kilise ve hristiyan devlet çatışma halindeydi. Sonra bu din ve devlet çatışması bitsin diyerek bir anlaşmaya vardırlar. Artık dinin karışacağı yere din, devletin karışacağı yere devlet karışacaktı. Böylece laiklik ortaya çıkmış oldu. Bunun arkasından da AB meydana geldi. Sırf birbirleriyle çatışmamak için (yani: hristiyan hristiyanla çatışmasın diye) AB kuruldu. Müslümanlarla yapılan çatışmaya ise devam edildi. Kendi din mensuplarını da AB altında korumaya aldılar.
6)Hristiyanlığı merasim, sembol ve ritüelleri (ayinleri) bol bir din haline getirmiştir. Semboller olmadan hristiyanlık bir hiçtir. Gemilerinde kiliseleri vardır ve bu küçücük kilisede bile sembol eşyalar çoğunluktadır. Hz. İsa heykeli, haç, tütsü, mum ne ararsan vardır. Bir kâsede şarap ve şarabın içine şifa diye tükürmüş papazın tükürüğü ve o şaraba herkes bir parça ekmek banıp şifa niyetine yerler. Hristiyanlıkta papaza nasıl davranılacağı bile bellidir.
7)Hristiyanlıkta ferdi dindarlık serbest, toplu dindarlık yasaktır. Bir kişi tek başına hristiyanlıkta sofu (dindar) olabilir fakat toplu cemaat olarak sofu olamazlar.
KURAN-IN ZİKRETTİĞİ GİBİ MÜSLÜMANLARIN MUHTELİF DÜŞMANLARI VARDIR:
1)Münafıklar
2)Müşrikler (Din tanımazlar, Allah’ın gönderdiği dinleri kabul etmezler)
Müşrikler “Ey Muhammed (s.a.v.) biz atalarımızı, dedelerimizi ve ninelerimizi senin bu sapık dediğin dini yaşarken bulduk” diyorlardı. Hristiyanlar üç Allah inancına sahip oldukları için onlarda müşriktir. Onların kestiği yenmez, kız alınmaz ve verilmez. Küfür tek bir millettir. Onun için kâfir denilince hepsini içine alır. Müslümanlıkta tek bir millettir.
Bunların İslam düşmanlıkları tabiidir. Olması da gerekir. Tıpkı İslam’ın küfrün düşmanı olması gibi. Bizim azılı düşmanlarımız yüzyıllar boyu İslam’ın bayraktarlığını yapan devletlerle uğraşmıştır.
Tarihte haçlı seferleri olmuştur. Görünüşte sadece hristiyanlar görünsede bunların içinde Yahudi, ateist vs. hepsi bu seferin içinde bulunmuşlardır. Haçlı seferi bir silahlı mücadeledir. Merhametsiz, acımasız bir harekettir. Çok büyük zulümler yapmışlar ve insanları din değiştirmek ya da canlarını almak konusunda baş başa bırakmışlardır. Haçlı seferinin başlamasına sebep olan ve İslam bayraktarlığını yapan bir kürktü. Selahattin Eyyübi.
En son haçlı seferi ise Çanakkale de idi. 80 Yıldır ülkemize haçlı seferi olmadı. Filistini ise hristiyanlar işgal edip Yahudileri buyur ettiler.
“ Onlar birbirlerinin dostlarıdır” ayet
3)Oryantalizm ( şarkiyatçılık)
Bu işin bilimsel tarafı. Hıristiyanların baş çektiği küfür dünyası Müslümanları silahla Hıristiyanlaştıramayacağını görünce oryantalizm ile değiştirmeye karar verdi. Doğu Müslümanları temsil eder, batı ise küfrü. Peygamberimiz (s.a.v.) doğudan çıkmıştır. En iyi çıkışlarımız hep doğudan olmuştur. Kıblemiz, Haremi şeriflerimiz, yer altının manevi zenginlikleri doğudadır. Bütün Müslümanların doğulu denildiğinde gurur duyması gerekirken, batılı olmak için çabalanıyor. Buna rağmen bütün batı Müslümanları doğulu olarak kabul ediyor.
4)Emperyalizm
Sömürerek eritme. Bir milletin dinini zedeleyerek yok etme yöntemi. Yüzyıllar boyu müslüman devletlerin dinini yasaklayarak, dilini, yazısını değiştirerek sömürmüştür.
BÜYÜK DEĞİŞİM PROJESİ
a)Tanzimat Öncesi
Lale devri değişimin sessiz sedasız başladığı dönemdir. İsraf, lüks, batıya karşı hayranlık, özenti, Avrupa’dan bazı mevzuati hukuki düzenlemeler, ithal çabaları, Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi, Gayri Müslimlere devlet dairelerinde mühim görevler verilmesi bilhassa Dışişleri bakanlığında tercüman sıfatıyla Avrupa’dan öğretim üyesi getirilmesi.(Öncelikle harbiye harp okuluna)
Böyle bir alt yapıyla değişim başladı. Sessiz sedasız ve derinden değişimin temelleri atıldı. İnsan ithal etmek daima kültür ithalini getirir. İnsan kullandığı dille, bakışıyla, hareketiyle tamamen bir kültürü ifade eder. Batı klasiklerinin Türkçeye çevrilmesiyle de bu desteklenmiş oldu.
b)Tanzimat Sonrası
Tanzimat fermanıyla birlikte bu değişim açık edildi. Değişimi Avrupa ve Avrupalıya taviz ve ezikliğin ifadesi olarak görürüz. Resmi ve aleni, hızlı, kopyacılık, özenti, lüks ve israf ile gelen değişim.
Tanzimatla birlikte bazı kanunlar İtalya’dan ithal edilerek Padişahın onayı ile yürürlüğe konuldu. Müslümanları halifesi İtalya’nın ve Fransa’nın kanunlarına bu benim kanunumdur diye imzasını attı. Tanzimattan önce Avrupa’ya sadece resmi (askeri) talebeler gönderilirken, tanzimattan sonra sivil talebelerde gönderilmeye başlandı.
Maziden kalan ne kadar eğitim öğretim kurumu varsa hemen yanına Avrupalı eğitim öğretim kurumları yapıldı.
Sıbyan Mektebinin yanına Mektebi İbtidali kuruldu. O zamanlar üniversite’nin adı Medrese idi. Medreselerin yanına Rüşdiye, Sultani ve Dar’ul Funun kuruldu. Hepsi Avrupalı kuruluşlar.
Batı okulundan mezun olanlara iş bulmada, çalışmada öncelik tanındı. Öncelik bunlara verilince diğerlerinin değeri düşer ve talebesiz kalan medrese kapatılır diye düşünülse de bunda ilk başlarda başarılı olamadılar.
Tanzimatla birlikte batı tarzı bir hayat teşvik edildi. Zamanın gazetelerinde bu teşvik çok net görülmüştür. Gereği yokken sırf batılılar yapıyor diye bayanlar şemsiye taşımaya bile başladılar ama kısa bir dönem sürdü.
Oysaki Avrupalı şemsiyeyi şu sebeple kullanmışlardır: Avrupa’da tuvalet alışkanlığı yoktu, lazımlığa yaparlar ve işleri bitince evinin penceresinden aşağı döküverirlerdi. Bundan korunmak isteyen halk ise kadını erkeği şemsiye taşımıştır. Avrupa’da halen bazı evlerde tuvalet ve banyo yoktur. 15–20 kişilik bir evde bir tuvalet ve bir banyo olur ve herkes sırayla oradan yararlanır. Çamaşır yıkama yerleri bile aynıdır. Filmlerinde de bunu açıkça görürüz.
Batı son 50 yıl içinde banyo ile tanışmıştır. Hala taharetlerini su ile değil, kâğıtla yaparlar. En lüks otellerinin tuvaletlerinde çeşme bile yoktur. Tuvalete çeşme konulması bir Osmanlı icadıdır. Batılıyı suyla tanıştıranda Osmanlıdır. Medeniyet suyu kullanmaktır. Onlarda vaftiz olunmanın bir anlamı da ömür boyu hiç yıkanmadan ölürse eğer bu vaftiz sayesinde cennete gider.
Tanzimatla birlikte mahkeme sistemimizde değişti.
Tanzimattan önce iki türlü mahkeme vardı:
1)Şeriat Mahkemesi
2) Cemaat mahkemesi
Şeriat mahkemesi müslümanlar için, cemaat mahkemesi ise gayri Müslimler içindi. Eğer gayri Müslimler kendi mahkemelerinde değilde şeriat mahkemesinde yargılanmak veya davalarının orda görülmesini isterlerse şeriat mahkemesinde yargılanırlardı. Kayıtlara göre gayri Müslimlerin çoğu daha adil olduğunu düşündükleri şeriat mahkemesinde davalarının görülmesini isterlerdi.
Tanzimat sonrası bu mahkemeler yerine Nizamiye mahkemesi kurulmuştur.
TBMM 1920–1923 Dönemi
Henüz Cumhuriyet ilan edilmemiş. Bu dönemde batıya karşı savaştık. Kurtuluş savaşı bu dönemde meydana geldi. Hükümetin ve halkın savaşta gösterdiği çaba İslamı, halifeliği ve padişahlığı koruma çabasıydı. Bu savaşta can ve vatan kurtarma derdi ön plana çıktığı için değişim bir müddet durakladı.
1730’dan 1920’ye uzanan 190 yıllık bir geçmişi olan batılılaşma ise durmadı.
1923 – 1938 Dönemi
Cumhuriyet ilan edildi.
Birinci meclisteki muhalefet değişime karşı oldukları için tavsiye edilmiştir. Birinci meclis bu güne kadar ki en demokratik meclisti. Çünkü halk kendi milletvekillerini kendisi aday göstermiş ve kendisi seçmiştir. Milletvekillerini seçerken de kurtuluş savaşında kâfirlere karşı savaşan, vuruşan ve halka destek olan kişileri seçmiştir.
Bu dönemde değişim ezanın Türkçeleşmesini gündeme getirmiş ve kısa bir süre Türkiye’de ezan Türkçe okunmuştur. Namazında Türkçe kılınması gündeme gelmiş ve hatta hükümetin emriyle ilk olarak Saadettin Kaynak Sultan Ahmet camiinde Fırak giyerek Türkçe namaz kıldırmış, Ali Rıza Sağman da Yere Batan camiinde müezzin olarak namaz kıldırmaya çalışmıştır.
Fakat cemaatin namazın yarısında camiyi terk etmesiyle bu oluşum başlamadan bitmiştir.
1925’te Kız- erkek aynı ortamda öğrenim görmeye başladı.
Tarihimizde yer alan seyyar mahkemeler ise bu dönemin meyvelerindendir. İnsanlar önce asılır sonra yargılanırdı. Zaten bu mahkemelerin kurulma amacı Cumhuriyete karşı oldukları iddia edilen cemaat ehlini infaz etmekti ve infaz gerçekleşince seyyar mahkemelere ihtiyaç kalmadı.
Bu dönem her yönden çok zordu ve engellerle doluydu. Halk zorla şapka taktı, zorla dans etti, zorla alafranga yaşadı ve devlet radyosunda hep batı müziği dinlemek zorunda kaldı. Bizim olan her şeye cephe alındı. Biz artık batılı olmuştuk.
Ders müfredatları batı’dan ithal edildi. Batı edebiyatı, coğrafya vs.
1933 ‘te İstanbul Üniversitesi kapatıldı bir süre sonra yeniden açıldı. Avrupa’dan Yahudi ve hristiyan öğretmenler getirildi.
Milli Müesseseler kapatıldı. Yenileri açıldı, teşvik edildi ve çoğaltıldı.
1926 – 1950 Dönemi
Bu dönem seçimle sarsılan bir dikta idaresi oldu. Seçimlerin yapılmasını İnönü’nün demokrasi’yi sevmesiyle bağlantılandırırlar.
1938 – 1946
Bu dönemde taklitçilik son hız devam etti. İslam şiddetle yasaklandı. Bütün batı klasikleri Türkçeye çevrildi ve milli eğitim bakanlığı tarafından yayımlandı.
Amerika o zamanlar Marshall yardımıyla çok partili dönemi başlatmıştır.
1946 seçimlerini İnönü çok partili bir ülkede ben daha karlı çıkarım diyerek yaptırmıştır.
İnönü bu dönemde paralardan Atatürk resmini çıkarıp kendi resmini bastırmıştır. Allah’ın adını anmamak için büyük bir çaba sarf ederdi.
1948 ‘de cenazeler ortada kaldığı ve cenaze yıkamaya insan bulunamadığı için İmam yetiştirmek üzere İmam hatipler açıldı. Hemen ardından batı ilk İlahiyatı açtı.
Tefsir, hadis, İslam hukuku olmayan bir müfredatla (içerikle) Din psikolojisi, İslam edebiyatı adı altında saçma sapan bir müfredat çıkardı. Öğretmenler ise papazdı.
1950 – 1960 Dönemi
Batılı gibi eğlenmenin, onların filmlerini seyretmenin ve batı müziği dinlemenin övüldüğü aksi davranışın ise ayıplandığı bir dönemdi. Müslüman gibi yaşamak ayıplanırdı.
Bu yıllarda Müslümanlara nefes aldıralım mı aldırmayalım mı kaosu (kargaşası) vardı.
Nefes aldırmayalım diyen Cumhurbaşkanı Celal Bayar
Nefes aldıralım diyen Başbakan Adnan Menderes
Tarikatların ve Müslümanların kaçak tavizci faaliyetleri olsa da sonucu yakalanma oldu.
1960 – 1974 Dönemi
Bu dönem devlet kontrolü dışında İslamı öğrenme dönemiydi. İslami heyecan, İslam- Devlet-Siyaset ve İdare münasebetlerinin bol bol gündeme gelmesi, yalan tarihten bir kısım perdenin kaldırılması öncü rol oynadı. İlk defa Menemen ve Atıf hocanın idamının sebepleri ortaya çıktı.
Tercümede İslami eserler yoğunluğu yaşandı. İslami eserler telifi başladı. İslam’ın aslında devlet ve siyasetle ne kadar ilgili olduğu bu dönemde anlaşıldı. Devlet milli irade karşısında yer almaya çabaladı. 1950 öncesine dönmek için çok uğraştı. İslami gelişmelere cephe aldı.
1969 ‘da ilk İslami parti olan Milli Nizam kuruldu ve bir şiir yüzünden kapatıldı.
1971’de devlet son bir ihtilal denemesi yaptı. Aldığı tavır resmi mıhtırayla ortaya çıktı.
Bütün engellere rağmen 1970 – 1980 arası Demokrasinin İslam la tanışma dönemiydi.
1974’te Milli Selamet seçime dâhil oldu ve Ecevit’le koalisyon kuruldu.
Bu dönemde İslamı öğrenmede ve öğrendiğini yaşamada artış oldu. İslam devleti talepleri büyümeye başladı ve dünya Müslümanlarıyla yoğun tanışma dönemi başladı. Yakinen tanışıldı.
Kıbrıs’ın imdat çağrısına karşılık verildi. Ecevit’in yurtdışı seyahati dolayısıyla Erbakan vekil Başbakan olarak Ecevit’in yokluğundan faydalandı ve Kıbrıs’a harekat düzenledi. Ecevit’in seyahatinden dönmesiyle sonuçlanan Kıbrıs harekatı 24 saat daha devam etseydi şuanda Kıbrıs’ın tamamı Türkiye Cumhuriyetine dahil olacaktı.
Hükümette dindar insanların oluşu geçmişte aşağılanan Müslümanlara karşı iyi muamele yapılmasına sebep oldu. İmam hatiplerin öğrencileri arttı. Mecliste (s.a.v) kalıpları kullanılmaya başlandı. Bakanlar kurulu toplantılarına Cuma namazı için ara verildi. Bakanlıkta hoparlör ile ezan okundu. Mecliste Cuma namazı kılındı.
Bira alkollü içki olduğu için tekel bayisi ruhsatı olmayan yerlerde satılmaz oldu.
İslam konferansı teşkilatına üye olundu. Apar topar hızlı bir üyelik yapıldığı için kimsenin sesini çıkarmaya fırsatı olmadı.
“Hayırlı işlerde acele davranın”(hadisi şerif)
Bu teşkilatın kuruluş toplantısı Topkapı sarayının padişahlara halifelik biatının verildiği kapıda yapıldı. Müslümanlığın Hıristiyanlaşması ise bu dönemde askıya alındı. O günlerde boş hutbeler yerine bir şeyler öğreten, anlatan hutbeler okundu. Zinanın haramlığı, tesettürün Allah’ın emri olduğu, İçkiyi devlette üretiyor olsa içmenin haram olduğu bu hutbelerde anlatıldı. Tam anlamıyla bir İslami dönem değildi ama tam bir demokratik dönemdi.
1980 – 1994 Dönemi
İhtilal oluyor gerekçesi ile yukarıda saydığımız İslami hareketler engellenmeye çalışıldı. İhtilal sadece bir bahaneydi.
1983 seçimleriyle Özal başa gelince devlette bir gevşeme dönemi başladı.
TC kanunlarında yabancı para taşımak Türk parasına hakaret etmek anlamına geldiği için yasaklanmıştı. Özal bunu serbest bıraktı. Geri kalmış ülkelerin tabuları (dokunulmazları) çoktur. Özal bu dokunulmazları değiştirmeye kararlıydı ve “10 Kasım’da neden yas ilan ediyoruz “diyerek 10 Kasım’ı yas günü ilan eden kanunu kaldırdı. O güne kadar 10 Kasım yas günüydü. Gazeteler o gün renkli değil, siyah çıkardı. Halk matem içinde yas tutmak zorundaydı, yas tutmamak suç sayılırdı. Özal bu kanunları kaldırırken İslam demediği için sorun çıkmadı.
Bu dönemde Milli Görüş belediyeciliği başladı. Halk belediye çalışmalarını Milli Görüşten öğrendi. Belediye ilan etti “Aç olan gelsin, gelemeyene biz getireceğiz”. Yakacağı olmayana yakacak, sobası olmayana soba verildi. Koskoca İstanbul’a bunu duyurmak çok zordu. Pislikle tıkanmış borular açıldı. Şehre su verildi.
Özal o zamanlar şöyle dedi:”Avrupa’da ve Amerika’da ne varsa bizim ülkemizde de o olacak”
Bu bizim yıllar önce başlatılan değişimimizin hızlanacağının işaretiydi. Bakkal yerine Süper marketler açıldı ve çoğaldı. Ülke tüketime itildi ve alıştırıldı. “Çok tüketelim ki çok üretelim” denildi. Ve böylece tüketim terbiyesizliği meydana geldi. Avrupalının yaşam tarzı bir bütün olarak bu dönemde kendini hissettirmişti.
Oysaki İslam’da tutumluluk esastı, reklam yasaktı. İhtiyacı olan gider alırdı. Satıcı benim malım şöyledir, böyledir diye malını övmez, aksine malının kusuru varsa onu müşterisine açıklardı. Bu nikâhta bile böyleydi. Bir kimse evlenirken kötü yönlerini, kusurlarını karşı tarafa anlatmakla yükümlüydü.
1994 – 2002 Dönemi
Milli Görüşün merkezi iradede iktidar oluşu. İnsanlar yine yeni şeylerle tanıştı fakat içinde kırılmalar yaşadı. İlk başlarda sağlam duran Milli Görüş iktidarı sonraları tavizler vermeye başladı. Amerika’ya Alevilere ve sisteme tavizler verildi. Bunlarda Milli Görüşü güçsüz kıldı. Gördüğü yanlışları, doğru yapmak adına, iktidarı kaybederiz düşüncesiyle görmezden geldi ama onlar Milli Görüşü görmezden gelmedi.
Tarih tekerrür etti ve bir iktidar daha 28 Şubatla birlikte tarihteki yerini aldı.
28 Şubatta müslümanlar toptan hırpalandı ve hakarete uğradı. Buna rağmen müslümanlar arasında 28 Şubatı başlatan cepheye karşı destek verenlerde oldu.
Düzmece İslam aldatması ortaya konuldu. Fadime şahinler, Müslüm gündüzler, Ali kalkancılar. O güne kadar İslam’la alakası olmamış ve bu sahte oyuna katılmış kuklalardı hepsi. Bu kuklalar yüzünden gerçek şeyh ve hocalara atılan iftiralar ve bu iftiralara görmüşçesine inanan ahmak müslümanlar.
Bu devrede Milli güvenlik kurulu yönetimi İslam’a, İmam hatiplere hakaret etti. Başbakan’a sövdü. Mesut yılmaz İslamı savunanlara “ Yarasalar” dedi.
Erbakan: Bu sözlere karşılık ortalık karışmasın, görevimize devam edelim, kargaşa çıkmasın düşüncesiyle yutkundu, savunmadı ve geçiştirdi. Allah ise onun bu cesaretsiz tavrını geçiştirmedi. İktidarlık için sustu, sustuğu için İktidardan oldu.
Bu dönemde İlahiyatlarda diyalog ve munculuk (muun) hareketi görülür oldu. Dekan muncu olduğunu açıkladı. Fetullah Gülen’in diyalogculuğu gündeme geldi. Bazı İlahiyatçıların İslamı kendi arzuları biçiminde sunma teşebbüsleri oldu. Aktif Müslümanların faaliyetleri bertaraf edildi.
2002 – 2004 Dönemi ve Siyasetle Gelen Büyük Değişim
Milli kimliğinden soyutlandığını (tecerrüt ettiğini) iddia eden bir hükümet (AKP), buna rağmen ona direnen demokrasi, medya ve diğer müessir çevreler. Hükümetin gözü kapalı Avrupa birliği taraftarlığı, İslam’a müslüman yöneticilerin eliyle darbe.
AB mevzuat çalışmaları sebebiyle mevzuatımızda eksik kalan Hıristiyanlaştırma, patrikhaneye, kiliselere siyasi faaliyet alanlarının açılması. Kiliselerin kolay açılabilmesi, denetlenememesi ve bağımsız toprak sayılması bu dönemde meydana gelen olaylardandır.
Zinanın suç olmaktan çıkarılması, genel evlerin resmileştirilmesi. İş öyle bir noktaya gelmiştir ki Avrupa” kilise ve patrikhaneye karışma, İslam’a karış diye dayatmaktadır. Misyonerlik işte budur.
Diyanet başkanlığı bünyesinde Avrupa birliği uyum çalışmaları ve bu çerçevede camilerde Hıristiyan ve Yahudilerin anılması ve onlar hakkındaki ayetlerin okunmaması ortaya konuldu.
Bu ayetler okunmazsa müslümanlar İslam dininin Yahudi ve Hıristiyan hakkındaki tutumunu öğrenemeyecektir.
Müslümanlığın Hıristiyanlaştırılmasında en hızlı dönem bu dönem olmuştur. Artan ve daha çok sahiplenilen hoşgörü, diyalog adı altında Hıristiyanlık ve Yahudiliği Müslümanlıkla birlikte Allah’ın bozulmamış dini olarak mütalaa etti ve üç dini bir tutmak diye adlandırıldı ve anlatıldı.
Avrupa hep ayrımcılara destek vermiştir. PKK’ya destek verdiği gibi. Irak’ta, Afganistan da ve Sudan da ve Filistin de yapılanda buydu. Alevilik ise Türkiye de ciddi bir şekilde gündemde. Dış güçler bizim siyasetimize hep burunlarını soktular. Parti ve şahıs desteklediler. Bunlarla hedeflerine ulaşamadıkları zamansa ihtilal yaptılar.
BÜYÜK DEĞİŞİM PROJESİNE MÜSLÜMANLARIN KATKILARI
1)Bu projeye en büyük katkıyı bir grup ilahiyatçı vermekte. Bunlar iki şekilde destek oluyor:
a) Susarak
b) Açıkça destek olarak
2) Diyanette bu projeye destek verenler arasında.
3) Bir takım cemaatlerde destek veriyor.
Bir bölümü aktif olarak, bir bölümü ise yapılanlara ses çıkarmayarak. Kendi içlerinde bile çok az kişi bunlara destek verdiklerinin farkında.
4) Safdil müslümanlar.
Okumazlar, düşünmezler, danışmazlar, kalabalığa ve gürültüye ayak uydururlar.(safdil: saf, ***** demek.).
5) Siyasetçiler, siyasetçi:
İstimrarcı ve sömürücüdür. Bunlarda bu projeye destek verirler.
6) Zengin ve Varlıklı müslümanlar.
Bunlar da iki şekilde destek verirler:
a) Yabancı firmalarla ortak olarak.
b) Seçmeden rastgele her medyaya ilan ve reklam vererek.
7) Menfaatçiler:
Prensipsizdirler, doğruları ve yanlışları yoktur. Bunlar temel doğrunun yanında yer almazlar. Menfaatleri neredeyse oradadırlar. Bu projeye destek verenler arasındadırlar.
8) Vurdumduymazlar
Meselenin vehametini bilirler fakat olsun bundan bişey çıkmaz derler.
9) Ne pahasına olursa olsun gemisini yürütmeye çalışanlar.
Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın derler.
BÜYÜK DEĞİŞİM PROJESİNİN AMELİ(SULUKİ) SONUÇLARI
a) Eski Kazanımlarımızı Kaybettik
Müslümanlar İslam adına çok şey kaybetti. Sonra kaybettiklerini kazandı ve şimdi ise tekrar kaybetmeye başladı.
Kaybettiklerimiz:
1)Namaz
“ Şu genç Allah uğrunda çalışıyor” denilerek övülen gence namaz kılıyor musun? Diye sorulunca boynunu bükerek kılmadığını söylüyor.
2)Cihad
Cihad son yıllarda azaldı. Müslümanın canı her şeyden kıymetli hale geldi.
2)Tesettür
Erkek kadın münasebetlerinde geriye dönüş olmuştur. Bir tesettür defilesi düzenlendiği zaman her yerde ilgi çekiyor. Dar, cırtlak renkli kıyafetler. Haremlik selamlık dışı uygulamalar. Tesettürü sadece başını örtmek zanneden ve başını örtünce her şeyi yapmayı mübah sayan müslüman hanımlar.
3)Eğlence ve Tatil
Kitap okumada ve sohbet dinlemede büyük bir düşüş oldu. Maddilik aldı başını gitti. Hasbilik pek kalmadı. (Dünyalık karşılığı olmadan yapılan iş)
Devlet ve sistemle uyum güçlendi. Batılılara ve yanlışlara karşı sessizlik oluştu.
“Küfre rıza küfürdür, Şirke rıza şirktir, Zulme rıza zulümdür” sözü unutuldu.
b) Yeni Kazanımlarımız İçin Sevdamızı Kaybettik
Müslümanlıktan kaybettiklerimizi toparlayalım diyen yok. Hayatın İmandan bağımsız hale getirilmesi için çalışılıyor. İnanç kalpte kalsın, sen hayatını istediğin gibi yaşa telkinleri yapılıyor.
[b]Müslümanlığı Hıristiyanlaştırma projesine karşılık bizde İhya (Diriltme, Diriliş) projesi başlatabiliriz.
Bilgilenme (Bilim-İlim)
1) Yanlışların tesbit edilip, düzeltilmesinin bilgisi alınacak.
2) Yeni, doğru ve özlü, ruhlu bilgi kazanımı sağlanacak.(Bu zaman alacak bir iş)
3) İnanma (İman): Bilgiyi elde edecek ve içine sindirecek. Tam manasıyla inanacak.
4) Uygulama (Amel) : Öğrenilen bilgi biriktirilmeden hemen uygulamaya geçilecek.
5) Tebliğ (İmanını yayma): Öğrendiğini kendisi uyguladıktan sonra başkalarına öğretecek ve anlatacak.
BÜYÜK DEĞİŞİM PROJESİNİN İMANİ (AKİDEİ) SONUÇLARI
Fikri Değişiklik
1)Günün gereği, çağın icadı deyip güne ayak uydurduk. Mecburiyetlerimiz, zaruretlerimiz değişti. Diplomayı bir mecburiyet görüp farz olan tesettürü yok saydık.
2) Kalabalığa ve çıkarılan gürültüye kapılarak düşünmeden hareket ettik. Müslümanlara atılan iftiralara bazen inandık.
3) Globalleşmenin tesiri altında propaganda seline kapıldık. Globalleşme: güçlü dünyanın, güçsüz dünyayı yutması anlamına geldiğini unuttuk.
4) Yoğun İslam, terör, radikalizm propagandasıyla karışan kafalar ve 11 Eylül’ de bütün Müslümanların İslam’da terör olduğunu kabul etmesi.
Günümüzde;
200 YILLIK PROJEBu zümreye bugün Siyonizm diyoruz. Bunların mukabil itikatları var. Bunlar ırki temelli inanışa sahip olduğu için, bir ırkın üstünlüğünü esas aldığı için sahip oldukları akideyi dünyaya hâkim kılmak istiyor. Sayıları yetmediği için de, FETÖ gibi örgütlerle işbirliği yaparak açığı kapatma yoluna gidiyorlar. Bu paralel yapılar vasıtasıyla ya İslam'ı ortadan kaldırma ya da yoğunluğunu azaltarak Müslümanların, ifsatçı güruh karşısında sahip olduğu direnişi kırmak istiyorlar. Bu açıdan bakıldığında Siyonizm, son 200 yıldır İslam dünyasına yönelik olarak dinler arası diyalog, ılımlı İslam, medeniyetler ittifakı gibi bir takım projeleri hayata geçirmiştir.
FETÖ SİYONİZM'LE İŞ BİRLİĞİ YAPTI
Bu projeleri yönetmekte iş birliği içinde bulunduğu topluluklar yıkmak istediği manayı, korumak isteyen kişiler olması lazım. Bunun içinde Range Comparision diye bir rapor var, bu raporun önemli raportörlerinden biri de, bu son kalkışmanın perde arkasında bulunduğu iddia edilen Graham Fuller'dir. Bu raporda, “İslam'a karşı vereceğimiz mücadelede kendi dünyamızı kurmak için tehdit olarak gözüken bu kesime karşı vereceğimiz mücadelede kullanacağımız yapılar işbirlikçi yapılar olacaktır” diyor. Bu açıdan olaya baktığımızda cemaat diye ifade edilen yapının Siyonizm'le işbirliği halinde bulunduğunu görmek çok zor değil.
Erbakan hoca dinler arası diyalog, medeniyetler ittifakı ve ılımlı İslam gibi çalışmalara şiddetle karşı çıktı. Bunların ifsad çalışması olduğunu, bunlara meyletmemizin mümkün olmadığını söyledi. Erbakan hoca bir zamanlar “Patates dini Müslümanlığı” diye bir ifade kullanmıştı. O ifadeler bu menfi çalışmalar için milleti uyarmak adına söylediği sözlerdi. O gün istismar edilmişti ama bugün o sözler çok kıymetli oldu. Bu ifade içi boşaltılmış bir din anlayışını ifade ediyordu. Bu din anlayışının içerisinde cihat yok, sosyal hayatla ilgilenmek yok, alanı tamamen Siyonist iradeye terk etmek var. ‘16 YIL ÖNCE UYARMIŞTI' Erbakan hoca bu yapılanmayı bildiği için bunlara hiç yüz vermedi. Biz hiçbir zaman devlet içerisinde devlet olabilecek bu tür yapılanmalara prim vermedik. Gerekli uyarıları da her zaman yaptık. 2000 yılında Emir Saraç hocamızın evinde, Erbakan hocamız ile Recep Tayyip Erdoğan'ın gerçekleştirdiği 4 saatlik bir görüşme oldu. Saadet partisi yeni kurulduğu, AK Parti'nin henüz kurulmadığı dönemlerdi. Emir Saraç hocamız, bu birlik beraberlik bozulmasın bir araya gelelim düşüncesinde bu toplantıya ev sahipliği yaptı. Erbakan hocamız, o görüşmede bu yapıyla ilgili fikirlerini net bir şekilde dile getirmişti.
ERMENİ SOYKIRIMINI BİLE KABUL ETTİ
Dün elime Fethullah Gülen'in 1965 yılında Ermeni Patriği Şinork Kalustyan'a yazdığı bir mektup geçti. Gülen o mektupta bir insanı Müslümanlık inanışının dışına çıkarabilecek tehlikeli beyanlar kullanıyor. Bu mektuptaki enteresan ifadelerden bir tanesi de, 1915 olaylarıyla ilgili, “Ermenilerin bu ülkede soykırıma uğradığını kabul ediyorum” demiş. 1965 yılında bu ifadeleri kullanmış.28 Şubat'ta da FETÖ'cülerin parmağı var. O dönem bir tane cemaatçi (FETÖ'cü) alındı mı içeri? Dindarlara, Erbakan'a kıyıldı. Bütün darbeler dindar insanlara yapılmıştır.
FETÖ DAVASI : CIA’nın Yeşil Kuşak Projesi; Fethullah Gülen Cemaati, Opus Dei ve Moon Tarikatları Arasındaki Benzerlikler
OPUS DEI TARİKATI: Kurucusu Madrid’li bir Katolik papazı Josemaia Escriy de Balagar. Opus Dei kelime anlamı “Tanrı’nın İşleri”
MOON TARİKATI: Kurucusu önceleri Budist, sonradan papaz olan Sun Myung Moon. Moon, 1954 yılında K.Kore’den kaçarak, G.Kore’ye yerleşti ve tarikatını da burada kurdu. Moon Tarikatı’nın resmi adı “Birleştirme Kilisesi”dir. 1951 ABD müdahalesinin hemen ardından kurulmuştur. Bugün G.Kore nüfusunun yaklaşık %40’ını Budistlikten Hristiyanlığa devşirmiştir.
GÜLEN CEMAATİ: 1966 yılında İzmir Kestanepazarı’nda kuruldu. Bu bölgenin bir diğer özelliği Sebatayistlerin merkezi olmasıdır.
Her üç Siyonist Masonik tarikatların ortak özellikleri çok ilginçtir. Gelelim bu üç tarikatın ortak özelliklerine..
Opus Dei’nin kurucusu Papaz Ecsriya’nın aslı Hristiyan değildir. Yahudi engizisyonu yapıldığı dönemde Hristiyanlığa geçmiş aslen gizli Yahudi olan bir aile kökeninden geliyor. Çalışma bölgesi Hristiyan alemidir.
Moon Tarikatı kurucusu Moon’un da aslı Budisttir. Çalışma alanı Budist inancın yaygın olduğu Asya ve Pasifiktir.
Gülen’in de anne tarafının İspanya’dan gelen Safarad Yahudilerine dayandığı söylenir. Çalışma alanı İslam coğrafyasıdır.
Her üç tarikatın koordine edildiği merkez Amerika, hizmet ettikleri merkez de dünya Siyonizm’idir. Koordine eden kuruluş ise CIA’dir. CIA bu üç tarikat vasıtasıyla hem Budist âlemi, hem Hristiyan âlemi hem de İslam âlemi üzerinde hegemonya kurmayı amaçlamaktadır.
Bir başka benzerlik de üçünün de ABD’de ikamet etmeye başlamalarıdır. Moon, 1959 yılında ABD’ye yerleşmiştir. Gülen, 1999 yılında ABD’ye yerleşmişken, Opus Dei kurucusu Papaz Escriya ise sürekli ABD’de bulunmuştur.
İspanya’da Papaz Escriva, Franco diktatörlüğünün sağ koluydu. Opus Dei Tarikatı’nın lideri Escriva, Franco’nun 35 yıllık diktatörlüğü ile işbirliği içinde olmuştur.
Moon tarikatının ortağı ise CIA’nın kurduğu Kore’deki CIA’nın temsilcisi Albay Bo Hi Pak’da dır. Bo Hi Pak da, Moon Tarikatının en güçlü üyesidir. O’nun aracılığıyla Güney Kore askeri vesayete alınmıştır.
Üç tarikatın ortak bir marifetide Yeşil Kuşak Projesine hizmet etmeleridir.
Gülen ise 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat askeri darbelerinin baş destekçisi oldu. Komünizme Karşı Mücaddele Derneklerinin Erzurum ile İzmir şubelerini ilk kuran zattır. Kenan Evren için “Kenan Evren Cennetliktir. Kucaklayan ve kutsal kurtarıcı bir melektir”demiştir.
CUMA HUTBESİNDEN AYETİ KALDIRMA (FETÖ KAYNAKLI)
Ayetin tamamı şöyle:
Ali İmran Suresi 19 ALLAH katında din İslam’dır.Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki azgınlık/haset/hak tanımazlık yüzünden ihtilafa düştüler...Kim allah’ın ayetlerine nankörlük ederse, allah hesabı çabucak görecektir.
Bitabi Hıristiyan olan bir ülke, yani AB ve ABD bundan rahatsız olacaktır. Bu ayet´den onların rahatsız olup olmamaları pekte umrumda değil. Velhasıl beni sinir eden ve beni çileden çıkaran asıl husus, buna alet olan insanların 'MÜSLÜMANIM' diye ortada gezebilmeleridir! Utanmadan bir de bunu 'Dinler arası Hoşgörü' için yapıyoruz demezler mi?! Gel de çileden çıkma arkadaş.
Buyrun kısa bir özet olarak şunları vereyim:
- '...AB ve ABD istedi… ABD Büyükelçisi Edelman bu ayeti okumayın diye Hükümete mektup yazdı. Ve her Cuma camilerde okunan “Allah Katında Din İslam’dır” ayeti hutbelerden çıkarıldı. Skandal düzenleme Din İşleri Yüksek Kurulu’nun hazırladığı yeni “Hutbe Değerlendirme Kılavuzu” ile ortaya çıktı. Bugüne kadar her Cuma namazında okunan Ali İmran suresi 19. Ayeti, “Allah Katında Din İslam’dır” ayetine yer verilmedi. Kılavuza göre bu ayetin yerine artık “Tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir” Hadis-i Şerif’i okunacak.
...Hazırlanan yeni Hutbe Kılavuzu’nda, Âl-i İmran Suresi’nin “Allah Katında Din İslam’dır” mealindeki 19. ayetinin bulunmadığını doğrulayan Diyanet yetkilileri, düzenlemenin AB ve ABD eleştirileriyle alakasının olmadığını iddia etti. Bir Diyanet yetkilisi, “Bu ayetin hutbenin sonunda okunması gibi bir şart zaten yoktu” diyerek düzenlemeyi savunmaya çalıştı. Ancak söz konusu düzenlemenin AB ve ABD’li yetkililerin baskısı nedeniyle gerçekleştirildiği belirtiliyor. 1'
Bizler Dinler arası Diyalog için safsata derken, bize dinsiz ve din düşmanı gözüyle bakanların yaptıklarını görünce anlıyoruz, bizim 'Safsata' dememizden neden rahatsız olduklarını. Tabi rahatsız olacak, tekerine çomak sokuyoruz, işine gelmiyor tabi!
Türban dinin emridir diye, Türkiye´nin altını üstüne getirerek protesto eylemleri düzenlediniz, buyrun adamlar Cuma hutbelerinden Ayeti kaldırıyor, hanı tepkiniz?
Yetmiş Milyon Müslümana Ceviz Kabuğunda aynen şunu diyen bir insanla nasıl diyalog kuracagım ben?
- “Ben sizi tanımıyorum. Ve ben seni Hıristiyanlaştırmak gibi kutsal bir görevi yerine getiriyorum”
(St. Antuan Kilisesi Cemaati Sorumlusu Konstantino Çedolini)
Bayraktar hoca da benimle aynı görüşte olacak ki, şöyle yanıt vermiştir
- 'Bayraktar Hoca Çedolini’ye;
“Ben Hz İsa’ya inanıyorum. Sen Hz. Muhammed’e inanmıyorsun. Ondan sonra dinler arası diyalogdan bahsedeceksin. Böyle şey olmaz. Benim seninle konuşacak senin de yatacak yerin yok. Bu diyalog bitmiştir”.
Hulki Cevizoğlu;
“Dinler arası diyalog nasıl yapılacak hala anlamış değilim. Sen Hz. Muhammed’i son peygamber olarak kabul etmeyeceksin İslam dinini hak din olarak kabul etmeyeceksin. Sonra da dinler arası diyalogdan bahsedeceksin. Böyle şey olmaz. İşte Avrupa’nın gerçek yüzü. Aslında onlara teşekkür ediyorum. Gerçekleri bu kadar açık söylüyorlar.” diyerek kendilerini dinleyen kitlelerin yüreklerine su serptiler.'2
Bakın Papa diyor ki;
- 'Birinci bin yılda Avrupa ikinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Şimdi Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıracağız.'2
Dinler arası Diyalog İŞTE BU
Özet:
Kutlu doğum ,merkezi ezan ,Allah katında en son din İslam dır ayetini çıkarmak siyonistlerin işi bunu kabullenin benim Ayım kameri hicri takvimdir yıllar dönüpte miracın kadir gecesinin olduğu ayda kutlanması insanların aklını bulandırır Peygamberimizin rebülevvel ayının 12 . gününde doğmuştur oda mevlit kandilidir + doğum günü kutlamak hıristiyan adetidir diyanette bu yapılanma temizlenmelidir sırf onlar rahatsız oldu diye benim ezanıma karışıyorlar ezanın biri biterken biri başlamasının birilierini rahatsız ettiğinden ılımlı İslam diyorlar bunun adına, hocaların çoğu ezan okumayı unuttu.Ezanı sadece bir kişinin okumasının, ezan okuma geleneğinin devamı açısından da tehlikeli olduğunu , merkezi ezan sistemi, gelecek nesillerin ezan okuma kültüründen uzak yetişmesine neden olacaktır.Hoca çoğu zaman camii bile açmıyor kimi zaman.Ayrıca cemaatlerde de büyük azalmaya neden olduğu söylene bilir çünkü vaaz bile merkezi sistemle veriliyor.Merkezi sistem dinimizce de caiz değildir alimleri görüşü bu.
Olayı aslını bilmeyen konuyu kavrayamaz gelelim 1 geriye;
Diyanet'in incelemeye aldığı FETÖ lideri Fethullah Gülen'in kitaplarından skandal gerçek ortaya çıktı.
Din İşleri Yüksek Kurulu, Gülen’in “Fasıldan Fasıla 1” adlı kitabında Meryem Sûresi 17. ayetiyle ilgili tahrifat yaptığını ortaya çıkardı.
Söz konusu kitapta Gülen’in, “Zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helâl olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Efendimiz olabilirdi, zira O bir münasebetle Hz. Meryem’in kendisiyle nikâhlandığına işaret buyuruyordu. Bu açıdan da ‘ruh’un Efendimizin ruhu olabileceği de ihtimal dâhilindedir” yorumunu yaptığı belirlendi.
Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi ve tefsir uzmanı Prof. Dr. İbrahim Hilmi Karslı, “Kitaptan nakledilen ifadelerden Hz. Meryem’e gelen ruhun Hz. Peygamber’in ruhu olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır” diyerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
HZ.MUHAMMED'İ (s.a.v) HZ.İSA'NIN (a.s) BABASI OLARAK LANSE ETMİŞ!
“Bu bağlamda Hz. Peygamber’in Hz. Meryem’e ‘helal’ olduğundan söz edilmektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in Hz. Meryem’in eşi olduğu şeklinde bir sonuca varılmaktadır. Kuran, Hz. İsa’nın sarih ifadelerle mucizevi bir şekilde babasız olarak dünyaya geldiğini bildirmektedir (Al-i İmran 59). Dolayısıyla nakledilen ifadelerde görüldüğü gibi, Hz. Peygamber’in adeta Hz. İsa’nın babası olduğu yönünde anlayışlar ileri sürmek, zihinleri yanlış anlamalara sürüklemektedir. Bu çarpık anlayışın durup dururken ortaya çıkmadığı anlaşılmaktadır.” Bunun, masum bir yorum olarak değerlendirilemeyeceğini belirten Karslı, “Aksine bu görüşlerin Vatikan tarafından uygulamaya konulan Hıristiyan-İslam diyaloğu projesine bir katkı sağlamaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır” dedi.Ayrıca peygamberimize atılan iftirayla onların türkçe olimpiyatlarıyla özdeşleştirip kutlu doğum adı altında sunmaları bir tesadüf olamaz,kaldıki 27 nisan fetönündoğum günü, kutlu doğum 20-27 nisan da kutlanmasını istemesi de kendini mesih olarak hazırladığı görülmektedir diyanet kutlu doğumu kutlamaktan vazgeçmelidir.Derhal bunların diyanet içinde ki yapılanmaları çözülmelidir ezanım susmamalı vaazıma dokunulmamalı.
Müslümanları nasıl bölüyorlar görün herkes farklı biz kutlarız bir ortak heyet kurup Ramazanda bile beraber oruç tutamıyoruz
Bizlere arap ülkelerinde ne diyorlar biliyormusunuz, Müslümanları bu şekilde bölünmüşlüğü için ağalayan bizler için "Vallahi, bu yolda çok kişi ağlıyor. Selahaddin Eyyubi ve Osmanlı'nın torunları çabuk dönün" diyor.
0 yorum:
Yorum Gönder