24 Haziran 2015 Çarşamba

Kaza,Kanaat,Rikkat ve Hikmet



KAZA: Allah’u Teâlâ’nın ezelde irade ve takdir buyurduğu şeyleri, zamanı gelince, ilim ve iradesine muvafık (uygun) olarak yaratması.
Kaza gelmez Hak yazmayınca. Belâ gelmez kul azmayınca. 

Kaza-i Muallâk: Allah’u Teâlâ’nın yaratılmasını şarta bağlı olarak takdir ettiği ve şart meydana gelince yarattığı şeyler.
Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:
Kaza-i Muallâk’ı hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü yalnız, iyilik artırır. (H.ş)
Kaza, iki kısımdır. Kaza-i Muallâk. Kaza-i Mübrem.
Birincisi; Kaza-i Muallâk: Şarta bağlı olarak yaratılacak şeylerdir ki, bunların yaratılma şekli değişebilir veya hiç yaratılmaz.
Kaza-i Muallâk da iki kısımdır.
Birincisinin bağlı olduğu sebepler Levh-i Mahfuzda gösterilmiş, meleklere bildirilmiştir. İkincisinin sebeplerini ancak Allah’u Teâlâ bilir.
Levh-i Mahfuzda Kaza-i Mübrem gibi görülen bu Kaza-i Muallâk da birincisi gibi değiştirilebilir. (İmam-ı Rabbanî (ks)
Kaza-i muallâk Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer bir kimse iyi amel yapıp duası kabul olursa, o kaza değişir.
Peygamber Efendimiz (sav) Hâdis-i şerifte buyurdu ki:
"Kader tedbir yani sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua o belâ gelirken korur."
Duanın belâyı defetmesi de kaza ve kaderdendir. Kalkan oka siper, sulu yer otun yetişmesine sebep olduğu gibi dua da Allah’u Teâlâ’nın merhametinin gelmesine sebeptir. (İmam-ı Gazali) 

İkincisi; Kaza-i Mübrem: Allah’u Teâlâ’nın şarta bağlı olmaksızın yaratılmasını takdir ettiği, yaratılması muhakkak olan şeyler.
Kaza, yani Allah’u Teâlâ’nın yarattığı şeyler iki kısımdır: Kaza-i Muallâk. Kaza-i Mübrem. Kaza-i Mübrem hiçbir zaman değişmez. Muhakkak yaratılır.
Allah’u Teâlâ Kur'ân-ı Kerimde buyurdu ki:
Benim katımda söz değiştirilmez. Ve Ben, kullara asla zulmedici değilim. (Kaf 29)
Ayet-i kerimesi kaza-i mübremi bildirmektedir. (İmam-ı Rabbanî (ks)
Necmeddîn-i Kübra Hazretleri, Harezm'e Cengiz askeri Tatarlar hücum edince, talebelerine; "Memleketinize gidiniz. Şarktan (doğudan) fitne ateşi geliyor. Her tarafı yakacaktır. İslâm tarihînde bu kadar fitne görülmemiştir." Buyurdu. Talebeleri; "Dua buyurun da bu belâ Müslüman memleketlerinden uzaklaşsın." Deyince; "Bu, Kaza-i Mübrem’dir. Dua bunu gidermez" buyurdu.
KADER: Allah’u Teâlâ’nın ilmi ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile ilerde olacak hâdiseleri ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdir etmesi; Alın yazısı.
Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Kader, Allahu Teâlâ’nın bir sırrıdır”. (H.ş)
”Kader, tedbir ile sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o belâ gelirken korur.”(H.ş )
Kader değişmez. Kaza kadere uygun olarak meydana gelir. Kaza her gün çok değişip sonunda kadere uygun olunca yaratılır.
Kadere Rıza: İnsanın, Allah’u Teâlâ’nın kendisi hakkında takdir ettiği şeylere rıza göstermesi, hoşnut olması başına gelen belâ ve musibetlere sabredip, boyun eğmesi.
Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur
“Kendinize, evlâdınıza kötü dua etmeyiniz. Allah'ın kaderine rıza gösteriniz. Nimetlerini arttırması için dua ediniz”. (H.ş)
İslâm dinî ve semavi dinler. Her işin Allah’u Teâlâ’nın takdiri ve iradesi (dilemesi) ile olduğunu bildirdi. Fakat insan bir işin ezelde (başlangıçsız öncelerde) nasıl takdir edildiğini bilmediği için, Allah’u Teâlâ’nın emrine uyarak çalışması ve kadere rıza göstermesi lâzımdır.
Kaza ve kadere inanmak. Kadere rıza göstermek insanın çalışmasına mâni olmaz. Bilakis çalışmasını kamçılar.
İnsan, başına gelen belâ ve musibetlere sabretmeli, kadere rıza göstermelidir.
Allah’u Teâlâ’nın dostlarına dünya sıkıntılarının ve belâların gelmesi bunların günahlarının af olmasına sebep olur.
Sözün doğrusu şudur ki. Sevgiliden gelen her şeyi gülerek sevinerek karşılamak lâzımdır. Allah’tan gelenlerin hepsi hoş gelmelidir. Sevgilinin sert davranması, ikram, ihsan ve yükselmek gibi olmalıdır. Böyle olmazsa, sevgisi tam olmaz.
Dünyada huzur ve rahat kadere rıza göstermektedir.
Hoştur senden bana gelen
Kah güldür, kah-ı diken
Lütfunda hoş kahrın da hoş
Narın da hoş lütfun da hoş
Hazret (k.s) bu sohbetinde Kanaat’ten bahsetti:
KANAAT: Yeme, içme ve barınacak yer hususunda bileğin emeği, alın teri ile kazanılana razı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek. Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemektir.   Helâl ile yetinip haramı istememek. Az da olsa kısmetine razı olmaktır.
Kanaat, çalışmayıp, sadece eline geçeni kullanmak, tembel oturup, başka bir şey aramamak değildir. Aksine hırslı hareketlerden kaçınıp, gönül huzuru ile yaşamaktır.
Allah’u Teâlâ Hâdis-i kutsi’de buyuruyor ki:
"Ey kulum! Emir ettiğim farzları yap, insanların en âbidi olursun. Yasak ettiğim haramlardan sakın verâ sahibi olursun. Verdiğim rızka kanaat eyle, insanların en ganisi (en zengini) olursun, kimseye muhtaç kalmazsın (Hâdis-i kutsi)
Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur
İslâmiyet ile şereflenen, hayatı için yetecek nafakaya sahip olan ve bunda kanaat eden kimseye ne mutlu. (H.ş) 
Kanaat tükenmez bir hazinedir. (H.ş) 
Kanaat eden aziz. Tamah eden (dünya lezzetlerini haram yollardan arayan) zelil olur. (H.ş)
Kim kanaat ederse, geçimi iyi olur. Kim tamah ederse, (dünya lezzetlerini haram yollardan ararsa) geçim sıkıntısı çeker.
Kanaatkâr olmak lâzımdır. Yani bir işe kâr amacıyla değil, Allah (c.c) rızası için girilmesi lâzımdır. Yani; Ben bu işten şu kadar kâr edeceğim, bu işten şu kadar kazanacağım, dünyalık şunları alırım diye değil, Allah’ın (c.c) rızasını gözeterek işe girişilmesi lâzımdır.
Çalışmak ibadettir. Ama namazlı, abdestli Allah’ın (c.c) emirleri doğrultusunda, Allah’ın emirlerini yerine getirerek çalışmak lazımdır.
Halk arasında çalışmak ibadettir diye bir söz vardır. Bu sözün aslı; Çalışma hayatında Müslümanlar namazlarını kazaya bırakmadan çalışırlarsa o zaman çalışmalar ibadet hükmüne girer. Bu konunun iyi bilinmesi gerekir.
Dünyada biz emanetçiyiz. Bizim hiçbir malımız yok, öldüğümüzde bırakıp gideceğiz. Dünya bizim olsa ne olacak! Zenginlerin halini görüyoruz, bırakıp gidiyorlar. Türkiye değil, dünya onun olsa ne fayda. Ölüm vardır, her nefis ölümü tadacaktır. Bizler de ölümü hiç hatırımızdan çıkarmamamız lâzımdır. “Ölümü anmak, nefsin başının sopasıdır.”
Allah (c.c) bizi televizyonun şerrinden korusun. Akşam evlere gidiyorsunuz geç vakitlere kadar televizyon seyrediyor sabah namazlarını kaçırıyorsunuz. Bu davranış münafıklığın alametidir.
İsrafın manası; Haram olan şeylere verilen para israftır. Helâl olan şeylere verilen para israf değildir. Meselâ; Paran var, büyük ev yaparsın, güzel arabalar alırsın, binersin, çeşitli yemekler yersin, bunlar helâldir.
Ama Sadatlar havastır.Onlar takvayı yaşamışlardır. Onlar gibi olmak iyidir. Ama herkes onlar gibi olamaz, bu zordur. Onlar Allah‘tan (c.c) yüksek makam istiyorlar.
Şayet insanlar burada çok iyi yemek yerler, güzel evlerde otururlarsa ahiretteki ikramlardan eksiltmiş olurlar. Makamlarından aşağıya düşmüş olurlar.
Hz. Ebu Bekr (r.a) rikkat ve merhameti
Hz. Ömer (r.a) Şiddet ve adaleti
Hz. Osman (ZİNNÛREYN:) Hayâ ve edebi (bakın hayâ ve edep ne kadar mühim)
Hz. Ali (k.r.v) akıl ve hikmeti temsil eder. Ve bu dört sahabe insanoğlunu tamamlar.
RİKKAT: Acıma, incelik, yufka yüreklilik, yumuşaklık.
HİKMET: Herkesin bilmediği gizli sebep demektir. Kâinattaki ve yaradılıştaki İlahi gaye ve kârı ciddiye almak lazımdır ve kâr Allah’ın (c.c) nimetlerini muhafazadır.
RADIYALLAHÜ ANH:
Daha çok Eshâb-ı kiramdan birinin ismi anıldığı veya yazıldığı zaman söylenen ve yazılan "Allah’u Teâlâ ondan razı olsun" manasına dua, hürmet ve saygı ifadesi.
İki kişi için Radıyallahü anhüma. İkiden fazlası için Radıyallahü anhüm denir.
Ebû Bekr radıyallahü Anh birine nasihat ederken şöyle buyurdu: "Ey kardeşim! Sana yaptığım nasihati aklında tut, kaybolmamasına dikkat et. Ölümü özüne sevdir. Nasıl olsa gelecek" dedi. Çok kere, dilini parmağı ile tutar. Ve "Başıma gelen her şey bunun yüzündendir" derdi.
Binekte iken devesinin yuları düşse, verin, demez; deveyi çöktürür, alırdı. Sebebini sordular: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana: "İnsanlardan bir şey isteme" diye emretti" buyurdu. (İmam-ı Rabbanî (ks)
Ebû Bekr ile Ömer radıyallahü anhüma bu ümmetin üstünleridir. Hazret-i Ali (krv) Eshâb-ı kiramın radıyallahü anhüm ecmain hepsini büyük bilip, hürmet etmekle beraber, Ehl-i beyti (Peygamber Efendimizin (sav) akrabalarını) sevmek Ehl-i sünnetin alâmetidir.
(İmam-ı Rabbanî (ks)
RADIYALLAHÜ TEÂLÂ ANHÂ:
Hanım sahabelerden birinin ismi anılınca veya yazılınca söylenen "Allah’u Teâlâ ondan razı olsun" manasına dua, hürmet ve saygı ifadesi. İki hanım sahabe için (Radıyallahü Teâlâ anhüma" ve ikiden çok için "Radıyallahü anhünne" denir. 
Kadınlar Cennet'te, dünyadaki bayram günleri gibi senede birkaç kere Allah’u Teâlâ’yı göreceklerdir. Müzminlerin kâmil (olgun, üstün) olanları her sabah akşam, diğerleri ise Cuma günleri Allah’u Teâlâ’yı anlaşılamayan bir şekilde göreceklerdir.
Mü'min kadınlar ve melekler ve cin de bu müjdeye dâhildirler. Fâtımât-üz Zehrâ ve Hadîcet-ül Kübrâ ve Âişe-i Sıddîka ve diğer ezvâc-ı tâhirât. Peygamber Efendimizin (sav) mübarek hanımları) ve hazret-i Meryem ve hazret-i Âsiye radıyallahü Teâlâ anhünne ecmain gibi kâmil (üstün) ve Ârif hatunların diğer kadınlardan müstesna.(ayrı) Tutulmaları uygun olur. (Abdülhak-ı Dehlevî)
ZİNNÛREYN: İki nur sahibi. Peygamber Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem iki kızıyla evlendiği için hazret-i Osman'a verilen lakap.
Eshâb-ı kiramın (Peygamber Efendimizin arkadaşlarının) en üstünü Ebû Bekr-is-Sıddîk, ondan sonra Ömer-ül-Fârûk'dur (radıyallahü anhümâ). Ondan sonra en yüksek kimse Osmân-ı Zinnûreyn'dir (radıyallahü anh). Ondan sonra Aliyyül Mürtezâ'dır. Hepsinin halîfeliği haktır, doğrudur. Ümmetin icmâı (sözbirliği) ile sâbittir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazret-i Osman'a birbiri ardınca iki kızını vermiştir. İki kızı da vefat edince; "Bir kızım daha olsaydı verirdim" buyurmuştur. (Mir'ât-ı Kâinât-Taftâzânî)
Hazret (ks) Bu Sohbetinde Seydayi Taği Hazretleri  (ks) ilgili bir MENKIBE anlattı:
Seydayi Taği hazretleri: Bir gün murakabede bakıyor. Kalktıktan sonra “Elhamdülillah İmansız gitmekten kurtuldu” diyor. Müritleri “ne oldu üstadım diye” soruyor. Üstat şöyle anlatıyor: “ Falan kes sekerattaydı, onunla beraberdik. Elhamdülillah İmansız gitmedi diyor. Müritleri o kişi münkirdi şıhım diyorlar.  Bunun üzerine Seyda hazretleri şu olayı anlatıyor: “ Bir gün bir yere gidiyorduk. Ben at üzerindeydim. Ona rast geldim. O kişiye selâm verdim. Selâmımı almadı, fakat yanından geçerken atımızın gölgesi üzerine düşmüştü. Onun için kendimizi zekaratta onunla beraber olmak zorunda hissettik.
Nakşibendî kabul etmemişse imansız gidebilirsin. Ancak adamın temeli sağlamdı, namazını kılıyordu. Namaz çok önemlidir. Bir insan namazını kılıyorsa ve büyük günahlardan kaçınıyorsa Cenab-ı Hakkın sevdiği kullarının hatırına affı umulur.
Hazret (ks) bu sohbetini şöyle tamamladı.
Namazın geçiyor üzülmüyorsun, sahabeler cemaate yetişemedi mi evladı ölmüş gibi üzülürlerdi.
İmam Gazali (ks) Hz. Leri beş vakit namaz kılmayan mürtet olur. Katli vaciptir, kâfir katledilmez ancak savaşta katledilebilir buyurmuştur.
Biz geliyoruz hep namaz sohbeti yapıyoruz. Temeli sağlamlaştıramadık. Tarikat sohbetine geçemedik temeli sağlamlaştıracağız. Kelimeyi tevhit getirdik Müslüman olduk, ikinci şartı yani namazı tam manasıyla yerine getiremedik. Vesselâm.
Hazret (ks) dünyayı sevmenin zararları ve bu konuyla ilgili tilki Menkıbesi anlattı:
Bazı insanlar vardır, hacca gidip geldikten sonra dünya meşakkatine daha çok dalarlar. Dünya’ya sarılırlar. Allah (c.c) ve Resulü (sav) dünyayı sevmezler. Allah (c.c) ve Resulü’ne (sav) yaklaşmak için de dünyayı terk etmek gerekir. Dünya mevzuları hakkında fazla konuşmak iyi değildir.  Ancak iş hususunda istişare gayesiyle konuşulabilir. İslami kitap okumak ve bu kitaplar hakkında konuşmak Allah’ı (c.c) zikretmektir. Bir insanın çokça Kuranı Kerim okuması gerektiğini, bol, bol kitap okuyup bilgi hazinesini genişletilmesinden bahsetti. Yeni başlayan birinin peygamberler tarihini okuyup öğrenmesi gerekir, hem kolay anlaşılır, hem de daha iyi öğrenilir. Kitap okumazsanız kendinizi İslam da ilerletemezsiniz. İslam da manevi kazanç kitapla ve sohbetle meydana gelir
Dünya ve ahireti beraber istemek konusunda, bu ikisi bir arada olmaz. Allah (c.c) ne istersen onu veriyor. Dünya isteyene dünya, ahireti isteyene ahireti verir.
Hazret bu sohbetini şöyle tamamladı: Bir müridin şeyhinin evinde abdest alması adapsızlıktır ve ayrıca müridin biri maşuğuna (şeyhinin) bir bakışına buharayla semerkantı veririm demiş. Buna karşılık Şeyh Sadi Şirazi (ks) Hz. Leri Maşuğun bir bakışına iki dünyayı veririm demiş. (Dünya ve ahiret)
Sadatlar (k.s) Dünyayı bir tilkiye benzetmişti. Dünyayı sevenler tilkinin peşinden koştukça tilki kaçar, Ancak insanlar devamlı kovalar. Yakalamak için kuyruğundan tutmaya çalışırlar. Bu yüzden tilkinin kuyruğunun tüyleri dökülmüştür. Ancak insanlar dünyanın peşinden koşmazlarsa yani dünyayı istemezlerse dünya peşlerinden gelir. Tilki gibi gelip insanların yanlarından ayrılmaz, insanlara sürtünür durur. Bu yüzden boynundaki tüyleri dökülmüştür.
Hazret (ks) bu sohbetinde dünya peşinde koşulmazsa, yani ahiret ön plana alınıp Allah’ın (c.c) rızası için çalışılırsa dünya kendiliğinden gelir derdi.
Evliyalardan biri bir tilkiye rastlar. Tilkinin boynundaki tüyler yoktur. Soruyor “Neden böyle?” diye. Tilki “Ben dünyayım. Beni sevmeyenlerin peşinden gidip onlara sürtünüyorum.”der. İlerden bir tilki daha gelir. Tilkinin kuyruğunda tüyler yoktur. Ona da sorar evliya. Cevaben tilki şöyle der; Ben dünyayım. Beni sevenlerden kaçıyorum. Onlarda peşimden kovalayıp beni yakalamak için uğraşırlar. Onun için kuyruğumda tüy kalmadı. Cömert olun! Dünyayı isterseniz gelmez. İstemeyin, yakın akraba ve komşularınıza, fakirlere bakın, mert olun! Resulullah (s.a.v)“Cömertliğin onda biri dünyaya düşse dünyadaki denizler kadar denizler toprak olur.” Buyuruyor.
Resulullah (s.a.v) cömertti, cömertleri sever, birde cömertler daha
Halim olur. Ayni su gibidir, alçak yer nerdeyse oraya akar. Yumuşak (güzel huylu) Allah ‘ın (c.c) rahmeti de Hilm sahibi olanlarındır.

Share:

0 yorum:

Yorum Gönder