1 Mayıs 2008 Perşembe

Ben imanlı bir insan mıyım yoksa kendimi mi kandırıyorum?

5 ) Ben imanlı bir insan mıyım yoksa kendimi mi kandırıyorum? Ne kadar iman etmişim derecem nedir öğrenebilirmiyim?
Elbette hem iman edip etmediğinizi hem de hangi derecede iman ve yakınlık sahibi olduğunuzu hemen öğrenebilirsiniz.

İnsan davranış bilimine göre insanlar önemli bir mesele hakkında ki ümitlerine (inançlarına) göre yaşamlarını çizerler ve ümitlerinin (inançlarının) şiddetine göre fedakarlıkta bulunurlar.

Örneğin bir kimse 60 yaşına kadar ölmeyeceğine inanır ve o zaman alacağı emekli aylığının kendisinin bir nebze rahat etmesine neden olacağına “inanırsa” 20 yaşında başladığı ticaret hayatının sonuna kadar her ay nisbeten yüklü bir parayı emeklilik kurumuna yatırır.

Fakat 60 yaşından sonra ki emeklilik maaşından çok daha değerli olan, sonsuz hayatımızı yaşayacağımız ahirete inanarak, cennetce cemalullah arzusu ile aynı yada benzeri bir fedakarlığı yapmaz. Halbuki içinde şüphe olmadan iman etse idi, küçük bir ihtimal olan 60’ından sonra yaşama ihtimaline karşılık, kesinkes gerçekleşecek olan ahiret yurdunu yeğler bunun için yaşamaya yetecek miktar dışındaki tüm servetini o yolda harcaması gerekirdi. Buradan alaşılıyor ki; insanlar 60 ‘ından sonra daha uzun yıllar yaşayacaklarına verdikleri ihtimalin binde biri kadar ahiret gününe inanmıyorlar.

Birde insanların kendi söyledikleri yalanlara kendilerini de inandırma durumu vardır. Bu en tehlikeli imansızlık hastalığıdır. Kişi kendini inanmış zanneder. Mesela; kişi derki; “dürüstlük güzel bir özelliktir, herkes dürüst olmalıdır.” Bunu söyler diliyle, fakat arada mutlaka yalanlar söyler. Oysaki inancı her insanın dürüst olması gerektiği yönündeydi. Bilinçaltında ki yani kalbindeki inancı “çıkarlarıma büyük ölçüde uyacaksa kimsenin farketmeyeceğine inandığım ufak yalanlar söymekten bişey olmaz” şeklindedir. Başka bir örnekte kişi arkadaşına güvendiğini söyler bunu söylerken kendini ölçüp biçmez, düşünmeden söyler ve kendini o an kurtarma düşüncesi ile söyler, fakat test edildiğinde gerçek inancı yani büyük bir fedakarlık yap mesela büyük miktarda borç ver dendiğinde; “bilemiyorum ki ya vermezse” der. İçinde ki şüpheler ancak sınava tabi tutulduğunda ortaya çıkar. İnsanlarda kendilerini rahatlatmak ve olası bir mucize söz konusu olduğunda yani ahiret günü olduğunda karlı çacaklarını yoksa da bişey kaybetmeyeceklerini düşünerek, şüphe içinde inandık derler. Akıllarına böyle yapmak yatmıştır bu nedenle iman kalbe kadar inmez boğazda kalır. Oysaki kalbe inmemiş ve şüphelerde arınmamış bir iman makbul değildir. Onların durumu Kuran da şu şekilde açıklanır;


Bir İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi, 12)

De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?" "Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar." İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız. (Kehf Suresi, 103-105)



Başka bir örnekte; bir kişi tarlada çalışırken günde ortalama dört bin kez eğilip kalkar. Bunu eğer bir kıtlık olmazsa yada ölmezse ertesi sene ürünü toplamak için yapar. Çünkü buna inanır, ümid eder. Fakat sonsuza dek kendini en güzel nimetlerle doyuracak cennet için sadece 30-40 kez eğilmek olan 17 rekat farz namaz kılmaya üşenir. Bu kişide şüphe içindedir. Ağzında vardır kalbinde yoktur iman.

Başkas birisi de öldürülme korkusundan ötürü bir yerde köle olarak tutulur, sesini çıkarmadan yıllarca köle olarak çalışır. İtaat etmezse dayak yiyeceğini düşünür ve çok ağır şartlara dayanır. Fakat sonsuz ve amansız cehennemden inanadım demesine rağmen korkmaz ve çok kolay olan namazı kılmaz.

Namaz aslında kalpteki imanı ortaya çıkaran bir kılıçtır. Bu yönde pek çok ayet ve hadis şerif vardır.

Düşünün ki bir ordu ve sultanı var. Bize kendisine katılıp tabi olmanız için davet gönderdi ücretini gelecek yıl vereceğini söyledi ve bir miktar avans verdi. Biz de orduda işe girmeyi kabul ettiğinizi söyledik. Ama cennete inanmadığımız için ne sabah ictimasına gittik ne de günlük imza atmaya. Arada bir uğrayıp manzarayı seyrettik belki büyük salonunda. Herhalde kabul edersiniz ki; ordudan kaydımız silinmiş belki de güvenilmezler listesine bile girmişizdir. Bu kişide para alacağından şüphe içinde orduya yazılmış ve zamanla ümidi git gide yok olduğu için, çevresinden de destek göremeyince büsbütün inancı sulara gömülmüştür.

Daha bunlar gibi binlerce delille aslında insanların kendi dinleirnden ve inaçlarından aslında şüphe içinde olduklarını belki de zerre miktarınca bile inanmadıklarını görebilirisiniz. Fakat gizli iyiliklerde ve ibadetlerde bulunanlar, namazlarını tam kılanlar, herşeyden daha fazla Allah’ın emrinde olanlar, sürekli onun kanunlarını Kuran dan öğrenerek uygulamak için büyük fedakarlık gösterenler, insanların alay etmesini önemsemeyenler ve cennet, Allah arzusuyla ümit ederek ölümü hoş görenler. İşte bunlar iman eden kimselerin delilleridir.

İnanan ile sadece ağzıyla inandım diyen arasındaki fark; inanmış olmanın davranışlarına inancı doğrultusunda yön vermesidir. Herkes nasıl inanıyorsa o şekilde yaşar. Ateşin yakacağına inanan birisi ateşe istese bile yaklaşamaz. Suyun serinlik vereceğine inanan birisi istesede uzak kalamaz.

Allah’a hakkıyla inanan birisi Alemlerin Rabbi’nin sürekli kendine baktığı ve her haline büyük değer verip kaydettirdiği düşüncesinde iken, sürekli mahzun ve hicap hali içinde olur. Yalnızken bile edepli hayalı olur. Sesini yükseltmez ve O’ndan başkasından yardım beklemez.

İmanın daha ilerisi aşk ve korku, haşyet halleridir. Titremeler, kendini kaybetmeler, değişik haller olur. Kişi herşeyini feda eder ve bunları asla çok görmez; ne kadar aciz amellerim var ve ne günahkarım diyerek sürekli ağlar, herşeyi adanarak yapmasına rağmen. Çünkü o sevgilinin nurunu görmüştür ve hiçbir yapılanı O’na asla denk göremez. Kalbi ve tüm bedeni sanki az sonra başı vurulacak insanın ki gibi tetikde ve yalvarış halindedir. Gaflet halinden uzaktır. Tüm dünyayı önüne koysalar küçücük bir günah işletemezler. Der ki” bu fanidir ve çok az bir şeydir. Fakat Rabbimin rızası sonsuz ve bakidir”
Share:

0 yorum:

Yorum Gönder