Düşünecek olursak, bunun dünyâda da misâli vardır. Meselâ bir kimse, bir kimseye karşı bir suç işlese ama işlediği o suçdan hiç pişmanlık duymasa, ya da yaptığı işi suç olarak kabûl etmese, sonra da gidip o kimseden yardım istese, ne muamele görür? Adama "sen önce özür dile" demezler mi?
Namaz için abdestin farz olmasının hikmeti de budur. Abdestin ma'nâsı, tövbe ve istiğfârdır. Yani abdest zâhirî değil bâtınî bir temizlikdir. Tövbe etmeden yapılan ibâdetler, belki insanı mes'ûliyyetden kurtarır ama insan bunlardan manevî bir fayda göremez.
Âyet-i kerîmenin başında tövbe, ortasında ibâdetler sayıldıkdan sonra sonunda da "ve'l-hâfizûne li-hudûdillah/Allah'ın koyduğu sınırları muhâfaza edenler" denilerek Allah'ın yasaklarından kaçınmaya, yani en başda yapılan tövbeyi bozmamaya, günâha dönmemeye işâret edilmişdir.
İşte bu hikmete binâen "Tarîkatın bidâyeti tövbedir" denilmişdir. Tövbesiz yola girilmez. Nitekim bütün mürşidler, kendilerinden el alacak olanlara önce tövbe ettirirler. Tövbenin ma'nâsı da, günâhlardan pişmânlık duymak ve bir daha onlara dönmemeye azmetmek demekdir.
Sôfiyye lisânında, bir tarîka girmek, bir mürşidden el almak, ma'nâsına kullanılan "inâbe" de, tövbe edip günâhlardan temizlendikden sonra tertemiz bir hâlde Allah'a yönelmek demekdir. Yani bir tarîka giren kişi için, önce tövbe, sonra inâbe gelir.
Tövbe edip teslîm olmak tarîkimiz binâsı
Zühd ü takvâ mü'minlerin dâim hamd ü senâsı
0 yorum:
Yorum Gönder