28 Şubat 2019 Perşembe

İlim Bahr-i Vücûd Asdâfının Dürdânesiyem Ben


NUTK-İ ŞERÎF
ve
ÎZÂHI

'İlim bahr-i vücûd asdâfının dürdânesiyem ben
Me'ârif kenz‐i dil vassâfının vîrânesiyem ben

Kâinât Cenâb-ı Hakk'ın varlığına ve birliğine delâlet eden nâ-mütenâhî bir 'ummândır. Kâinâtda ne varsa, hepsi Hakk'ın tecelliyâtı ile zâhir olmuşdur. Yani bilinen ve görülen ne varsa hepsi de Hakk'ın esmâsını ve sıfâtını aksettirir. İnsân-ı kâmil ise, bu okyanusun derinliklerindeki istiridyelerin içinde gizli olan nâdir ve çok kıymetli inciler gibidir. İnsân-ı kâmilin kalbi nazargâh-ı ilâhî olup, tecellî-i ef'âl, tecellî-i sıfât ve tecellî-i zâta mazhar olan insân-ı kâmil, Hakk'a mir'ât olur. Yani Hakk'ın cümle esmâsı ve sıfâtı ondan zâhir olur.

Benim 'ilmim katında müctehidler 'âciz oldular
Velî 'ilm‐i ilâhînin deli dîvânesiyem ben

İnsân-ı kâmil, ilmi kitâbdan almaz, doğrudan Allah'dan alır. Zâten marifetullah, bir mevhibe-i ilâhîdir, kitâblardan öğrenilemez. Zâhirî ilimler bu ilmin yanında iflâs eder, tıpkı Mûsâ aleyhisselâmın Hızır aleyhisselâmın ilmi karşısında acze düşmesi gibi âlimler de velîlerin ilmi karşısında acze düşerler. Zâhîri ilimler için akıl lâzımdır, ledünnî ilim için ise akıl yetmez, hattâ akıl ayak bağı olur. Bu ilmi tahsîl edebilmek için aşk lâzımdır. Aşk için aklı fedâ etmek gerekir. 

Birer hâle cihânın halkı bir bir râzı oldular
Benim bir hâle meylim yok Hakk'ın bilmem nesiyem ben

Her mahlûkât, Cenâb-ı Hakk'ın bir ismine ve sıfatına mazhar olmuşdur yani o ismin rengine boyanmışdır. Onlara bakan o sıfatın tezâhürlerini görür. Halbuki insân-ı kâmil cümle esmâya mazhar olduğundan, onda herhangi bir sıfat ağır basmamış, tek bir renk hâkim olmamışdır.

Bi‐külli 'âlemin halkı bilirler bende bir derd var
Bilinmez sevdiğim kimdir nenin mestânesiyem ben

İnsân-ı kâmil, derd ehlidir, bunu istese de saklayamaz. Fakat o derdin ne olduğunu kimse anlayamaz. Zîrâ aşk-ı ilâhî kul ile Allah arasında bir sırdır. Ne dil ile tarif edilebilir, ne de yazı ile yazılabilir.

Eğerçi sûretâ âhirde geldim 'âlem‐i mülke
Ne mâzîyem ne müstakbel her ânın ânesiyem ben

İnsân cümle mahlûkatdan sonra yaradılmışdır ama hepsinden efdaldir. Zîrâ insanda sırrullah vardır. Hakk tarafından nefh edilen rûh sâyesinde, insan Hakk'a bağlanmışdır. Rûh ölümsüzdür, Hakk ile kâim ve bâkîdir.

Yitirdim benliği benlik bana Hakk benliğindendir
Tekellümde hitâb‐ı gaybetin kârhânesiyim ben

İnsân-ı kâmil demek, Hakk'dan geldiğini hakka'l-yakîn bilen insan demekdir. İnsân, kendinde bir varlık olmadığını anlar ve kendi varlığından geçerse, insân-ı kâmil olur. Hakk'da fânî olanlar Hakk ile vâr olur, Hayy ile diri olur ve Bâkî ile bekâ bulur. Bu mertebeye erenler, Hakk'ın bir âleti olur. Artık onun dilinden söyleyen Hakk'dır, onun elinden işleyen Hakk'dır.

Ne Mısrîyem ne Mehdîyem ne Îsâyem ne insânem
Bu yanan dâimâ şem'in velî pervânesiyem ben

Hakk'da fânî olanlar, bütün beşerî sıfatlardan arınmış olurlar. Her ne kadar görünüşde aynı isme ve aynı cisme sâhib olsalar da artık  onlar eskisi gibi değillerdir zîrâ aşkullah ateşinde yanarak Hakk'da yok olmuşlardır.

Niyâzî Mısrî 
Kuddise Sırruh

NAĞME-İ AŞK

Share:

0 yorum:

Yorum Gönder