Hepimizin bildiği gibi Kur`ân-ı Kerîm, akıl sâhiblerine hitâb eder, aklı olmayan için mükellefiyet yokdur. Meselâ çocuklar, deliler ve bunamış insanlar, mükellef değillerdir, yaptıkları ve yapmadıkları için mes'ûl tutulmazlar. Mükellefiyyet için gerekli olan bu akıl, beyinle ilgili olan akıldır.
Akıl, Kur`ân'da kırk dokuz yerde geçer fakat Kur'ân'da zikredilen akıl, yukarıda zikrettiğimiz akıldan farklıdır. Zîrâ Kur`ân'daki akıl, kalbin sıfatıdır, beynin sıfatı değildir. Sûre-i Hacc'daki "اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَٓا اَوْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۚ فَاِنَّهَا لَا تَعْمَى الْاَبْصَارُ وَلٰكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّت۪ي فِي الصُّدُورِ" âyet-i kerîmesi bunu açıkça beyân eder. Kur`ân-ı Kerîm'de çokça geçen körlük ve sağırlık da tıpkı akıl gibi kalbin sıfatları olarak zikredilmişdir. Sûre-i Bakara'daki "صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ" âyetinde olduğu gibi, kâfirler ve müşrikler, hep kör, sağır ve akılsız diye tavsîf edilmişlerdir. Halbuki onların arasında bizim bildiğimiz ma'nâda nice akıllı adamlar hattâ nice dâhîler vardır. Öyleyse Kur`ân'da zikredilen akıl, mükellefiyet için gerekli olan akıldan başka bir akıldır.
Ârifler, bunlardan birincisine "عقل ﻣﻌﺎﺵ 'akl-ı me'âş" ikincisine ise "عقل ﻣﻌﺎﺩ 'akl-ı me'âd" derler. "Me'âş", kelimesi "ma'îşet"den gelir yani yaşamak, hayâtı idâme ettirmek, yemek, içmek demekdir. Akl-ı me'âş, dünyevî menfaatleri temin eden akıldır. İnsan bu akılla, yaşamayı, korunmayı, çalışmayı, kazanmayı, zenginleşmeyi, mal-mülk edinmeyi, yemeyi, içmeyi hâsılı nefsinin bütün arzularını temin eder. Akl-ı me'âd ise, hakkı bâtıldan ayırabilme ve hakîkati görebilme kâbiliyetidir ki îmân da İslâm da, bu aklın îcâbıdır. Allah'a ve âhirete inanan, Allah'dan geldiğini ve bir gün ölüp Allah'a rücû' edeceğini bilen ve yaptıklarının hesâbını vereceğini kabûl eden ve bunun îcâbı olarak Hakk'ın emirlerine uyarak yaşayan kişinin aklı, akl-ı me'âddır. "Me'âd" kelimesi, geri dönmekden gelir ve âhirete ve Allah'a dönmeye işâret eder.
Bu mes'elenin en hassas tarafı da bu iki aklın çoğu zaman birbirine zıd olmasıdır. Zîrâ akl-ı me'âş, nefsin emrindedir ve insanı dâimâ nefsin isteklerine yönlendirir. Akl-ı me'âş ile yapılan işlerin çoğu Allah rızâsına uymaz. Akl-ı me'âşıyla temâyüz ederek zengin olan, güç kuvvet kazanan, yüksek bir mevkiye gelen her insan, halk nazarında çok akıllı kabûl edilir ve kendisine çok itibar edilir halbuki bir kimse, ne kadar zekî ve başarılı olurlarsa olsun, eğer Allah'a inanmıyor, Allah'a kulluk etmiyor, Allah'a ibâdet etmiyorsa, o kişi, Allah katında akılsızdır zîrâ akl-ı me'âddan mahrûmdur.
İşbu vücûd bir kal'adır 'akıl içinde sultânı
0 yorum:
Yorum Gönder