4 Temmuz 2017 Salı

Huşu











Nitekim, birgün annesi Veysel Kârânî Hazretleri’ne sordu:

“Oğlum bütün bir gece sabaha kadar nasıl ibâdet edebiliyorsun? Buna nasıl dayanıyorsun?”

Cevap verdi:

Ey güzel annem!

İbâdetimi özene bezene yapıyorum.

Kalbim huşû ile öyle genişliyor ki, yorulmak nedir bilmediğim gibi, yeryüzü ve her türlü bedenî hislerle alâkam kesiliyor.

Bir de bakıyorum ki, sabah oluvermiş..!

“ Nedir bu huşû hâli ey Üveys? ”

“Huşû, bir bedene mızrak saplansa, canın haberi olmayışıdır.”









“Huşu” genelde halk arasında namaz bağlamında kullanılan bir kelime olup, namaz içerisinde konsantrasyonu yakalayıp, zihnini tamamen namaza yoğunlaştırma şeklinde anlaşılır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde ise kelime “alçak gönüllülük, tanrıya boyun eğme” şeklinde tanımlanmıştır.


Namazda huşuyla ilgili Allah’u teala şöyle buyuruyor:


اَلَّذٖينَ هُمْ فٖى صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ
Onlar derin bir saygıyla namaza duran kimselerdir. (Muminun 23/2)


Bu ayette ifade edilen huşuun neyi ifade ettiği aşağıdaki ayette detaylandırılmaktadır:


Onlar (namaz kılarken); ayakta, oturarak ve yanları üstünde Allah’ı zikreder (anlayarak Kur’ân okur, dua eder) göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. Derler ki: “Sahibimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, sana içten boyun eğeriz, bizi o ateşin azabından koru! (Ali İmran 3/191)


Buradan anlaşılmaktadır ki Allah namazımız esnasında okuduğumuz ayetlerle, çevremizde gözlemledimiz şeyleri ve olayları bağdaştırma çabası içerisinde olmamızı emretmektedir. Bu sağlanabilirse, ikisinin uyumunu gören insan, hayranlık ve acziyet içerisinde Rabbine teslim olabilecektir.


Ayette geçen ‘haşıûn’ kelimesi خ- ش -ع kökünden türemiş olup eski dönem lügatlarında:


itaat etmek, boyun bükmek, tevazu göstermek, sakin olmak, sesini alçaltmak, gözünün feri kesilmek, solmak, kurumak, korkmak, güneşin tutulması, batması, yıldızların batmaya yüz tutması gibi anlamlarında geçmektedir.


Kur’an’da bu kelime, genelde insanlar için kullanıldığını ama bir ayette toprakla ilgili diğer bir ayette ise dağın huşûundan bahsedildiğini öğreniyoruz. İnsanlar için kullanıldığı yerlerde huşu kelimesinin Allah’a saygı, Allah’tan korkmak, sesin kısılması, gözlerin yere bakması, kalbin huşûu şeklinde geçiyor. Aşağıda bu ayetlere kısa kısa değinilecektir.



Allah’a içten saygı duymak


Bu konuda Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyuruyor:


وَٱسْتَعِينُوا۟ بِٱلصَّبْرِ وَٱلصَّلَوٰةِ ۚ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلَّا عَلَى ٱلْخَٰشِعِينَ


Sabırlı davranarak ve namaz kılarak yardım isteyin. Bu, Allah’a saygısı olanlardan başkasına ağır gelir. (Bakara 2/45)


Bir diğer ayette şöyle buyrulmakta:


ٱلَّذِينَ هُمْ فِى صَلَاتِهِمْ خَٰشِعُونَ


Onlar derin bir saygıyla namaza duran kimselerdir. (Muminun 23/2)


Bu iki ayette huşu kelimesinin namaz bağlamında kullanıldığını ayrıca namaz ve sabırında ayette birlikte geçtiği göze çarpmakta.


Diğer ayetlerde bu kelime kitabî ayetlere inanma, tasdik etme bağlamında geçiyor:


وَإِنَّ مِنْ أَهْلِ ٱلْكِتَٰبِ لَمَن يُؤْمِنُ بِٱللَّهِ وَمَآ أُنزِلَ إِلَيْكُمْ وَمَآ أُنزِلَ إِلَيْهِمْ خَٰشِعِينَ لِلَّهِ لَا يَشْتَرُونَ بِـَٔايَٰتِ ٱللَّهِ ثَمَنًا قَلِيلًا ۗ أُو۟لَٰٓئِكَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ ۗ إِنَّ ٱللَّهَ سَرِيعُ ٱلْحِسَابِ


Ehl-i kitap içinde Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilmiş olana inanıp güvenen, Allah’a karşı saygılı olanlar vardır. Onlar, Allah’ın ayetlerini geçici bir bedelle değişmezler. Onların, Rableri katında ödülleri vardır. Allah, hesabı çabuk görür. (Ali İmran 3/199)


Allah’ın ayetlerini görüp de bunların Allah’tan geldiğini kabul etmekte huşu sahibi kimselerin ulaşabileceği bir sonuçtur.


İsra suresinde 107 – 109. ayete kadarki pasajda bu konuya ilişkin ayetler bulunmaktadır. 107. ayette kendilerine ilim verinlenlerden bahsedilir ki onlara Allah’ın ayetleri okunduğunda derhal secdeye kapanırlar ve nihayet 109. ayette şöyle buyrulur:


وَيَخِرُّونَ لِلْأَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا


Çenelerinin üstüne kapanır ağlarlar. Bu onların saygısını artırır (İsra 17/109)
Dikkat Secde ayeti  
(Tilavet secdesi niyeti ile, eller kaldırılmaksızın "Allahü Ekber" denilerek secdeye varılır. Üç kere "Sübhane Rabbiye'l-ala" veya bir kere: "Sübhane Rabbena in kâne vadü Rabbina lemef'ulâ" denilir. Ondan sonra "Allahü Ekber"denilerek kalkılır.)


Bu ayetlerde dikkatimizi çeken Allah’ın ayetlerini okuyan, dinleyen kimselerin bunların Allah’tan geldiğini kavramaları ve bu onların huşûunu artırmasıdır. Yani huşûun artan bir niteliğe sahip olmasıdır.


Başka bir ayette ise kalplerin huşûundan bahsedilmekte. Rabbimiz şöyle buyuruyor:


… أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ ءَامَنُوٓا۟ أَن تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ ٱللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ ٱلْحَقِّ



Kendini inanıp güvenmiş (mümin) sayanların kalplerini, Allah’ın Zikrine (Kitabına) ve o gerçekten süzülen hikmetlere bağlamalarının zamanı gelmedi mi? Sakın daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; üzerlerinden uzun zaman geçmişti de kalpleri katılaşmıştı. Onların çoğu yoldan çıkmıştır. (Hadid 57/16)


Buraya kadarki ayetlerde huşûun insanların ulaşmaları gereken bir nitelik olduğunu, buna ulaşmanın yolunun belkide ibadetlerde sabırlı davranmayla birde Rabbimizin ayetlerini kavrayıp, hakikatı görmeye çalışarak ulaşmanın mümkün olduğunu söyleyebiliriz.


Kelimenin geçtiği ayetlerden, insanların mahşer meydanındaki hallerini konu eden bir ayet kümesi de oluşturabiliriz.


Bu ayetler kümesini şu başlıklar altında toplayabiliriz:


Sesin kısılması:


يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ ٱلدَّاعِىَ لَا عِوَجَ لَهُۥ ۖ وَخَشَعَتِ ٱلْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَٰنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًا


O gün sesler Rahman için kısılacak, bir tarafa sapmadan dosdoğru o davetçinin peşinden gideceklerdir. Fısıltıdan başka bir şey duyamayacaksın. (Taha 20/108)


Bakışların alçalması – yere eğilmesi


خَٰشِعَةً أَبْصَٰرُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۖ وَقَدْ كَانُوا۟ يُدْعَوْنَ إِلَى ٱلسُّجُودِ وَهُمْ سَٰلِمُونَ


Saygıyla önlerine bakacaklar, alçaklık her yanlarını saracak. Onlar bu hale gelmeden önce de secdeye çağrılmışlardı. (kalem 68/43)


خَٰشِعَةً أَبْصَٰرُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۚ ذَٰلِكَ ٱلْيَوْمُ ٱلَّذِى كَانُوا۟ يُوعَدُونَ


…saygıyla önlerine bakarlar, alçaklık her yanlarını sarar. İşte tehdit edildikleri gün o gündür. (Meariç 70/44)



أَبْصَٰرُهَا خَٰشِعَةٌ


Gözleri yere inmiş olacaktır. (Naziat 79/9)



وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَٰشِعَةٌ


O gün kimi yüzler yere eğilmiş… (Gaşiye 88/2)


Yazımızın başında ele aldığımız ayetlerde konuyla ilgili daha olumlu ifadeler vardı.


Örneğin, hedeflenen bir seviye, artma özelliği taşıyan ve sadece gereken gayreti gösteren kimselerin elde edebileceği bir olgu huşu sahibi kimselerden bahsediliyordu. Yukarıdaki ayetlerde ise kavrama daha olumsuz bir anlam yüklendiği farkedilmektedir. Bir şeyin yukarıdan aşağı inmesi, seslinin sessizleşmesi, yüzlerin yere bakması, elde edilen bütün nimetlere rağmen rablerini unutanlar ve ona dönmeyecekmiş gibi yaşayanların akıbetleri bu ayetlerde ortaya konulmaktadır.


Son olarak, Allahın yarattığı diğer varlıkların huşûundan bahsedilen ayetleri de görelim.


Dağın huşûu:


لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِ وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik Allah korkusundan baş eğip parça parça olduğunu görürdün. Bunlar insanlar için oluşturduğumuz örneklerdir; belki düşünürler. (Haşr 59/21)


Aynı kelimenin dağlar için kullanılması ilginçtir. Dağlar, insanların zorlukla tırmanabildiği, parçalamak için türlü türlü malzemelere ihtiyacı olduğu bir iştir dağları parçalamak. Ama Allah korkusu onu huşu sahibi yapıyor. Buna mukabil yeryüzünde Allahın sıklıkla bahsettiği ayetlerindendir dağlar.


Toprağın huşûu


وَمِنْ ءَايَٰتِهِۦٓ أَنَّكَ تَرَى ٱلْأَرْضَ خَٰشِعَةً فَإِذَآ أَنزَلْنَا عَلَيْهَا ٱلْمَآءَ ٱهْتَزَّتْ وَرَبَتْ ۚ إِنَّ ٱلَّذِىٓ أَحْيَاهَا لَمُحْىِ ٱلْمَوْتَىٰٓ ۚ إِنَّهُۥ عَلَىٰ كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ


Allah’ın ayetlerinden biri de şudur: Yeri kupkuru görürsün; üzerine yağmur suyunu indirdik mi kımıldar ve kabarır. Yeri dirilten Allah, elbette ölüleri de diriltecektir. O, her şeyin ölçüsünü koymuştur. (Fussilet 41/39)



Bu ayette toprağın huşu sahibi olmasının anlamlarından biride kuru bir haldeyken Allah’ın ayetlerinden biri olan yağmurla beslenen canlanacağıdır. İnsanlarda Allah’ın ayetleriyle beslendikleri takdirde canlanacak ve huşu sahibi olacaklardır.


Sonuç


Huşu kelimesi ayetlere bakıldığında daha çok insanın Allah’a karşı duruşunu ifade eden bir olumlu hal olduğu anlaşılıyor. Allah’a karşı görevlerini laikiyle yerine getire kimseler huşu sahibi olabilirler. Buna ulaşmanın yolları ise Allah’ın ayetlerine teslim olmak, büyüklenmekten sakınmak ve ona sabırla ibadet etmeye devam etmektir. Dünya hayatında bunu yapmayanlar ahirette yüzleri kara bir halde bakışları yerde olacak, Allaha bakmaya yüz bulamıyacaklardır. İnsanlar huşu sahibi olabildikleri gibi Allah’ın yarattığı diğer varlıklar da huşu sahibi olabilirler.



Namazda aklıma dünyevi şeyler geliyor. Namazda huzurlu olamıyor ve huşu ile namaz kılamıyorum. Ne yapmam gerekir?


Günlük hayattaki yozlaşma ve meşguliyet çokluğu sebebiyle ibadetlerimizde bazen zihin karışıklığı, manevi teveccüh eksikliği söz konusu olabiliyor.


Karmakarışık bir ruh haliyle yaptığımız bu gibi ibadetlerimizden bazen ümitsizliğe bile düşüyor, ruhi zevk almadan, derin huzur duymadan yapılan ibadet makbul olmaz diye de vesveselere giriyoruz, bir gevşeme söz konusu oluyor. Böyle bir yorumda haklılık payı var mı? Yoksa her şeye rağmen ibadetimizin değeri, kutsiyeti sürer mi? İhlas mı esas?


Efendim, bu konuya ait bir değerlendirmeyi İmam-ı Şarani'nin Levakıh'ından özetlemiştim vaktiyle. Ona bir daha göz atacak olursak ümit verici bir yaklaşımın olduğunu görecek, ibadetlerinizde ne kadar karışık ruh hali olursa olsun bir gevşeme söz konusu olmayacaktır inşaallah. Hazret-i İmam, ibadetlerde zevk almama, huzur duymama halini anlatırken şu bilgileri vermektedir.


İbadetlerinde zevk almak, heyecan duymak hemen hepimizin hoşuna giden bir güzel mazhariyettir. İnsanı etkileyen bir derinliktir. Bunu herkes arzular. Bu derinlik olmalıdır da... Ancak istenen bu huzur yakalanamadığı takdirde ümitsizliğe kapılmak da yanlıştır.


Hatta, Allah'ın öyle kulları da olmuş ki, ibadet ve itaatlerinde zevk alıp derin huzur duymaktan memnun olmamış, bu hislerini ibadet ve itaatin ruhu olan ihlasa aykırı bile bulmuş, zevk ve huzur için ibadet ediyor duruma girdiklerini düşünerek dualarında şöyle demişlerdir:


- Allah'ım, bizi sana ibadet ve itaat ettiren ibadetlerimizde aldığımız zevk ve huzur ise biz bundan sana sığınıyor, zayıfları teşvik için verdiğin bu ücreti içimizden silmeni diliyoruz...


İmam bundan sonra şu değerlendirmeyi yaparak diyor ki:


- Bir kimse namazında, niyazında duyduğu zevk ve huzurdan çok seviniyor da bunu namazın şartı gibi hep bekliyorsa, bilsin ki o kimse lezzet ve huzur bağımlısıdır. Daldığı huzur ve aldığı lezzetin teşvikiyle ibadet ediyor, ihlasın ve karşılıksızlığın gereğiyle değil.


Şarani Hazretleri burada bir örnek de veriyor:


- Mısır'ın maneviyat büyüklerinden Efdalüddin Hazretleri bir gün bana şöyle dedi: Uzun zamandır gece ibadetlerimde ilerlemeler kaydediyor, kendi kendime ihlasım gittikçe artıyor, diye düşünüyordum. Bir gece tefekkürümde farklı şeyler ilham edildi bana. İçimden bir ses beni ikaz etti. Senin ibadetlerinde ilerlemen ihlastan değil, ibadet sırasında aldığın ruhani lezzet ile duyduğun huzurdan dolayıdır. Hele bir aldığın zevk bitsin, duyduğun huzur kaybolsun, nefsin itiraz etsin, kafan, gönlün karmakarışık durumda ibadet eder hale gel de o zaman gör ihlasının artıp artmadığını!..


Efdalüddin Hazretleri konuyu şöyle bağlamaktadır:


- Bundan sonra zevk almadan, huzur duymadan yaptığım ibadetleri nefsimle daha ciddi mücadele ederek yaptığım ibadetler olarak gördüm, asıl ihlasın böyle nefisle mücadele ederek yapılan ibadette olduğunu anladım!..


Bu yoruma göre denebilir ki, günlük meşguliyetlerin içinde gözümüze, gönlümüze akseden görüntüler kafamızı karıştırıp, zihnimizi meşgul edebilir, ibadetlerimizde huzur duyamaz, zevk alamaz hale getirebilir. Adeta nefsimizle cebelleşerek ibadet yapıyor duruma bile düşebiliriz. Ama bütün bunlara rağmen ibadetlerimizde bir gevşeme ve şüpheye düşme söz konusu olamaz. Biliriz ki, bizler ruhani zevk ve huzur için değil, Rabb'imizin emri olduğu için ibadet ediyoruz. Görevimiz İlahi emri hiçbir beklenti içine girmeden yerine getirmektir...





İbadetleri yaparken isteksiz olmamızın bazı nedenleri vardır:


1. Yaptığımız ibadetlerin kıymetini ve değerini tam anlayamadığımızdan olabilir. Bu konuda bize ibadetlerin mahiyetini anlatan eserlerden istifade etmek gerekir.


2. Bulunduğumuz ortamlar manen çok kötü olabilir. Nitekim leş bulunan bir yerde burnumuz rahatsız olur. Bunu gibi, haramların çok işlendiği bir yerde ruhumuz rahatsız olacağı için ibadetlerden zevk alamayabiliriz.


3. Hasta bir insan yediği ve içtiği şeylerden tam zevk alamaz. Örneğin dili yaralı olan biri yediği yemeğin tadına ve lezzetine varamaz. O halde tadavi olmalıdır. Biz de işlediğimiz günahlarla kalp ve ruhumuzu yaralıyor ve hastalandırıyoruz. Bu nedenle ruhun gıdası olan ibadetleri yaparken tam zevk alamıyoruz. Onu için tedavi olmak gerekiyor. Ruhun tedavisi önce tövbe ve istiğfar, sonra da bir daha günahlara girmemeya çalışmaktır.


Burada önemli bir konu var. Hasta insan yediği gıdalardan zevk alamaz, ama yine de yemeye ve içmeye devam eder. Çünkü gıda almaya mecburdur. Biz de ibadetlerimizde zevk almasak da devam etmeliyiz. Çünkü, ruhumuz gıdaya muhtaçtır. İnşallah zamanla zevk almaya başlayacağız ve yaptığımız ibadetlerde bizi günahlardan koruyacaktır.




Kaynaklar :Derleyen By Eyyupk





http://www.kurandaegitim.org/2017/04/19/kuran-i-kerimde-husu-kavrami/

https://sorularlaislamiyet.com/namazda-aklima-dunyevi-seyler-geliyor-namazda-huzurlu-olamiyor-ve-husu-ile-namaz-kilamiyorum-ne-3

https://plus.google.com/u/0/collection/UKkhX?cfem=1
Share:

0 yorum:

Yorum Gönder