Kardeşi Cem Sultan’ın vefâtından sonra Sultan Bâyezîd Han, hâricî(dış) siyâsetini daha hür bir zemine oturtmak imkânına kavuştu. Ayrıca, ülke içerisinde de büyük bir îmar hamlesine girişti. İstanbul’un yedi tepesinden biri üzerine oturtulan o muhteşem Bâyezîd Câmii’ni, mîmar Kemâleddîn’e inşâ ettirdi. Bu câminin temeli, 1501 senesinde atılmış, külliyesi ile beraber beş senede tamamlanmıştır. Evliyâ Çelebi, Seyahatnâme’sinde Bâyezîd Câmii hakkında pek çok mâlûmat kaydeder. Şöyle ki: “Mîmarbaşı, kıble husûsunda tereddüd edince, Sultan Bâyezîd Han: «–Şu anda ayağıma bas!» der.
CAMİNİN İNŞATINDA ÇALIŞAN ADAM NEDEN HİÇ PARA ALMADI?
Mîmarbaşı, ayağını basınca, Kâbe-i Muazzama’yı karşısında görür. Sultan Bâyezîd-i Velî’nin ayaklarına kapanır. Böylece kıblenin istikâmetini belirlemiş olur.” Câmi-i şerîfin inşâsı sırasında yaşanan başka bir tablo: Câmi-i şerîfin inşaatında çalışan usta ve işçilerin gündeliklerinin kaçar akçe olduğu tespit edilmişti. Bunlar her gün küplere konarak bir köşeye bırakılır, herkes de küpten kendi payına düşeni alırdı. Ancak her gün küpteki akçelerde bir yevmiyelik fazlalık çıkmaktaydı. Bunun üzerine kimin kendi payını almadığı araştırıldı ve nihâyet, gâyet fakir bir işçinin bu işi yaptığı öğrenildi. Meğer adamcağız akşam olunca bir yolunu bulup akçesini almadan inşaattan ayrılıyormuş.
Kendisine bunu niçin yaptığını sordular. Fakir işçi, sırrının ortaya çıkmasından mahcup bir şekilde: “–Benim malım-mülküm yok! Bu sebeple şu fânî dünyada murâd ettiğim gibi maddî bir hayır yapamadığım için dâimâ mahzûnum. Hiç olmazsa bu câminin inşaatında para almadan çalışayım da gönlümü ferahlatıcı bir hayır işlemiş olayım diye düşündüm…” dedi. Bu gönlü zengin fakire dediler ki: “–Efendi, burası pâdişah hayrâtıdır. Bunun için çalıştığını alacaksın. Sen burada bedenen çalış, fakat hakkını da al ve dilediğin yere ver!..”
VELİ BAYEZİD HAN CAMİDE HIZIR’I YAKALADI!
Sultan Bâyezîd Han, kendi adıyla anılan bu meşhur câmi-i şerîfin inşaatında, sık sık gelip bizzat bedenen de çalışırdı. Bu çalışmaları sırasında bir gün, ustalardan birinin duvarı gâyet sür’atle örüp yükseltmesi dikkatini çekti. Alâkayla bakınca, şâirin: “Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil” ifâdesi vechile, onun Hızır -aleyhisselâm- olduğunu anladı. Hemen yanına varıp onu yakaladı ve elini sıkı sıkıya tuttuktan sonra: “–Her namaz vaktinde bu câmiye uğrayacağına söz vermezsen, şimdi bağırır ve Hızır’ı yakaladığımı cümle âleme îlân ederim!..” dedi. Hızır -aleyhisselâm-, özür beyân etti, işlerinin çokluğunu ileri sürerek, böyle bir külfetten affedilmesini diledi. Fakat Velî Bâyezîd, her namaz vaktinde uğramak iddiâsını, günde bir defa uğramak şeklinde hafifleştirdiyse de, Hızır -aleyhisselâm-, buna da râzı olmadı. Nihâyet, haftada bir kere uğramak şeklindeki talebini kabul etmesi üzerine Bâyezîd-i Velî, Hızır -aleyhisselâm-’ı serbest bıraktı. Bu menkıbe dolayısıyladır ki, asırlardan beri Bâyezîd Câmi-i Şerîfi’ne Hızır -aleyhisselâm-’ın haftada bir defa uğradığına inanılır. Hattâ bu husustaki tevâtüre göre de, Hızır -aleyhisselâm-, her uğrayışında namazını kırmızı kuşaklı minârenin civârında kılarmış.
BAYEZİD CAMİİ’NDE İLK NAMAZ
İbadete bir cuma günü açılan câmide, ilk namazı 2. Bâyezîd Han kıldırmıştır. Bu hâdiseyi de Evliyâ Çelebi şöyle anlatır: “Câminin yapısı tamam oldukta, bir cuma günü büyük bir merâsimle ibadete açıldı. Bâyezîd-i Velî buyurdular ki: «–Her kim, ömründe ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetini hiç terk etmemiş ise, şu mübârek vakitte o imâm olsun!» Deryâ misâli cemaat içinden bir kişi çıkmayınca, Bâyezîd Han mecbur kalarak: “–Elhamdülillâh! Savaşta ve barışta biz bu sünnetleri terk etmedik!..” dedi ve kendisi imâm olup namazı kıldırdı. Böylece 2. Bâyezîd Han, bu târihî zühd ve takvâ sahnesini mecbûren sergilemiş oldu.
Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013
0 yorum:
Yorum Gönder