Aşk ruhun bir ürünüdür. Ruhta binlerce ihtiyaç içinde ağız, binlerce hastalık vardır. Aşk o ağızların susuzluğu ve hastalıkların şiddeti ölçüsünde büyük olur.
Bir kimse yalnızlık acısına tutulsa sohbeti en hoş ve muhabbet dolu kimseye aşık olmaya doğru gönlü kayar. Kimde ilim susuzluğu fazla ise bir alim görünce gönlü kayar.
Kim fakirlik ızdırabı ile yanıyorsa zengine, merhamete muhtaç ise anneye doğru koşar.
Kimin şehveti fazla olur gönlünü güzele kaptırır, kim ahmaklığına üzgün ise odur akıllı kimse onun tek gözdesi.
Ruhlar birbirlerindeki tamamlayıcı enerjileri arar. Hastalıklarsa çareleri.
Kendini küçük görüp aşağılık hisseden; büyük görülene sahip olmaya niyetlenir, hırslanır.
Aşkları insanlar hakkında engin bilgiler verir. İlim sahibi, bir kişiyle muhatap olunca hemen bilir oluverir; insanlardan kime aşık olacağını…
Karşılıklı aşk az bulunur; çünkü öyle iki kişi düşünün ki birisinin canı sütlaç çekmekte ve kurşun yarası var; aynı zamanda heybesinde bir elma ve bir de panzehir. Öteki kişinin ise o anda canı elma çekmekte ve aynı zamanda kendini bir yılan zehirlemiş; heybesinde ise öteki kişinin sevdiği sütlaç ve ihtiyaç duyduğu yara merhemi var. Böyle iki kişinin karşılaşması nasıl büyük bir mucize olsa bile. Taraflardan biri yada her ikisi kendi açlığını yada hastalığını giderdiğinde aşkta sönmeye yüz tutar. Yerini muhtaçlık ve susuzluk dolu bir özlem halinden; vefa ve kaynaşmadan gelen sevgi, dostluk haline bırakır. Eğer kişilerde bu gibi mevhumlar yoksa herkes kendi yoluna gider. Eğer taraflardan birisi hala susuzluğunu yada hastalığını gideremezse ötekide onun peşinden koşar. Ümidi kalmazsa yeniden yollara düşer ilacı elinde tutanı bulana dek kalbi söner.
Bu nedenle derler ya bütün aşklar biticidir. Bitmeyen aşklar asla kavuşması olmayan aşklardır.
Kul ile Allah arasında ise aşk ise aşkın tarifi yapıldıktan sonra şu şekilde açıklanabilir. Kul önce Allah’a tam olarak görüyormuş gibi iman eder. Ardından İlahi tecelliyat şu 2 özelliği sebep kılarak aşkı yaratır. Kendinde gördüğü eksikliğin, muhtaçlık ve çaresizliğin büyüklüğüne inancı, Allah’ın varlığı ve kulda ki bu ihtiyaçları giderici gücün ve özelliklerin büyüklüğüne olan inancı.
Allah’a aşk beslemeyen bir kul demek iki yerden en az birinde yanılgıya düşmüştür. İlki ve en tehlikeli olanı; Allah’ın varlığına ve gücüne kalben değil yalnızca dil ile inanmak, gelenek ve göreneğe başlı, tefekkürsüz ve derinliği olmayan, kulaktan dolma inanç sahibi olmaktır ki bu Allah’ın dilediği iman değildir. İman yalnız kalben olur, dil ile söylenen ise kalp boş oldukça kıymetsizdir.
İkincisi ise; kulun kendini gerçekte ihtiyaçsız görmesi, zayıflıklardan uzak ve eksiksiz sanmasıdır ki bu kibir ve kendini beğenmişlik manasına gelir. Bir başka deyimiyle haşa İlah’ın, hiçbir şeye muhtaç olmayan, eksiksiz, kusursuz ve hastalıksız gibi sıfatları kendinde gördüğü anlamına gelir. O kişi dili yada aklıyla hayır ben kendimi böyle görmüyorum dese bile bunlar kalp hastalıklarıdır, bilinçaltında yaşarlar. O yüzden kalbin sarrafı olmayan bunu çözemez. Fakat arif olan işaretlerinden anlar.
Kişiye denir ki; sen filanca kadına aşık olmuş, birçok malını harcamış, onun için gururunu küçültmüş ve geceleri uykusuz geçirmiştin. Oysa O’nu sadece ol demekle yaratabilen ve her türlü güzellik ve zenginliğin sahibi olan Allah’a neden aşık olmadın yada ilgini çekerek ona yaklaşmadın. Diyecektir ki hal diliyle;
Bana istediğimi vereceğine inanmadım. Allah’ın daha güzel olabileceğini aklım aldı ama kalbim anlamadı. Ona söz geçiremedim.
Kalpler bahsinde anlatıldığı gibi Allah zikrini unutanları ve kendine olan ilgiyi bırakan kullarının pusulasını kendinin dışındaki her yöne çevirir. Şeytanları da ona musallat edip dünyayı ona süslü gösterir. Kalp gerçektende Allah’ın elindedir ve hiç kimse ona söz geçiremez. Fakat azmeden ve iyilikte bulunanlara Allah rahmet eder.
Aslında tüm inançsız kimseler dahi Allah’ın bir ürünü olan dizler titreten erkek ve kadınların önünde eğilirken, türlü lezzetlere sahip yiyecekler ve hizmet için deliler gibi çalışırken ve onları delice arzularken aslında Allah’a bilinçsizce tapıp aşık olmaktan başka bir şey yapmazlar.
Bir deniz kuşu tamamı altın ve mücevherden oluşmuş bir deniz keşfeder. Oradan kanadına bir inci takılır ve insanların fakir ülkesine uçarak gelir. Bir adam bakarda o inciye hemen aşık olur. ( incinin adı Züleyha’dır. ) Ona kendinden geçerek bakar. Daha çoğuna sahip olmak için yanıp tutuşur. İnci der ki; benim kalbim benim ellerimde değil, beni elde etmen küçük bir şans. Fakat benden çok daha mükemmel mücevherlerin bulunduğu bir deniz vardır ki o denizde benim gibiler yaratılır. İşte ben o denizin kanıtı olan inci değil miyim? Neden daha çoğunu istiyorsan incileri yapana yaklaşmıyorsun. Hem ben sadece bir numuneyim. Yakında değerim ölecek, zamanla kararıp çatlayacağım. Ben sadece sana küçük bir mesajım her şeye gücü yetenden.
O adam der ki; ey güzellik ve bilgelik dolu inci; O incileri yapanın beni duyacak kulakları ve görecek gözleri, benim şu coşkun hislerimi anlayacak kalbi var mıdır ki? Yoksa o bilinçsizce çalışan bir acayip fabrikadan mı ibarettir.
İnci güler; İlahi adam; hiç benimki gibi güzel ve güçlü kulaklar gözler yaratan, bunu en aciz yaratığına bile hediye edenin kendisi kör ve sağır olur mu? Benim içime seni anlayacak kalbi veren ve sevdiren, seninle konuşacak ilmi veren hiç hissiz ve bilgisiz olur mu? O ki en beğenmediğin hayvanlara bile bu hisleri dolu dolu vermiş. Sana yemin ediyorum; şu sözlerin bana senin gerçek bir kör ve sağır olduğunu anlatıyor ama duyup hisseden, görüp konuşan şu kainat ve inciler denizi bana ilahın bize şah damarımızdan daha yakın ve mutlak hakim olduğunu haykırıyor.
Öyleyse bir yaratılana bir kez aşık olmuş bir insanın onu yaratana bin kez aşık olması gerekmektedir. Eğer olmuyorsa bu Hakkıyla Allah’a ve özelliklerine kendini ikna edememiş olmasındandır. Bu meseleye duyarsız ve samimiyetsiz oluşundandır.
Bazen kişi inansa bile Allah’a , kendini öyle tastamam ve iyi görür ki, Allah’a ihtiyaç duymaz. Ondan medet dilenmez. Kendini beğenip kibirlenir ve diline dua gelmez. İşte inanmış kimselerden böylelerini Tanrı aşk mabedine çekmek için halinin aslında ne eksik ve zayıf olduğunu, aslında zavallı bir kul olduğunu hatırlatan geçici sıkıntılar verir. Fakat insan gafildir ve kör… Eski iyilik haline ulaşınca unutarak yeniden kaygısız ve gevşek hale gelir.
Bir kolunu kaybetmiş bir gence sorulmuştu;
- Eğer kolun sana geri iade edilse ilk ne yapardın?
O genç gayet kendinden emin bir şekilde şöyle demişti;
- Her iki kolu yerinde ve sağlıklı olduğu halde hayatından memnuniyetsiz olan her insanın bir kolunu kesmek isterdim.
Gerçekten etkileyici ve şok edici bir söz. Ama etkisi ne kadar sürecek balık hafızasına sahip kalbimizde. Yaşamımıza ne denli tesir edecek. Eğer dinleyip dinleyip, okuyup okuyup, hak vere vere insan bir şey yapmayacaksa, hayatında keskin ve gerekirse acıtan bir u dönüşü yapmayacaksa, inandığı şey uğruna bendini parçalamayacaksa; atmalı bu kitabı elinden duvarlarda parçalamalı, tüm kütüphanesini ateşte yakmalı… Eğer artık doğru bildiği şeyin yolunu yol edecekse coşku içinde dirilmeli duyarsızlığın öldürücü döşeğinden, gerekirse kapıyı çarparak, koşarak ayakkabısını unutup bir çocuk heycanıyla tüm yağmura rağmen çıkmalı. Ey kalbim artık Hakkın önünde diz çök. Hakka kulak ver, Hakka tap ve doğru olan neyse Onu yap. Ölmüş ve miskinleşmiş belki de çoktan son ilahi nefesini vermiş şu yüreği uçurumlara fırlat artık. Cesaret ve inanç dolu, uluhiyet ve adanmışlık dolu bir yürek dik beden toprağına, öyle ki filizleri tüm dünyayı kuşatsın. Bakanlara surur versin tadanlar için lezzent ve övünç kaynağı olsun, göklerde övülüp şeref bulsun. Sonsuzluğa uzanan o kalbin dalları Allah’a ulaşıp arşı şerefli rengiyle süslesin.
Bir bahçe düşün ki içinde gezip seyreyleyen yok, öyleyse boşuna… bir elbise düşün ki giyen hiç kimse yok öyleyse boşuna… sen de kainatı içine sığdırabilen dev bir yürek ama içinde aşk yok, öyleyse boşuna.
Sen de hızlı ve güçlü bir araç var ama demişsin “gel şöförüm ol kör ve sağır bir kula” Sende dağların taşımayacağı büyük bir yük var ama bir çocuk çağırmışsın demişsin ki “haydi sırtına alıver, ne istersen bu adam verecek”… Sen de sonsuzluğu arzulayan, Ummanlara sığmayan ilahi bir yürek, ama efendisi ol demişsin aciz bir kuluna…
Her durumda nasıl acı bir felaket ve sonu hüsran olan bir ahmaklık işareti var. İşte öyle kalbini ve hayatını Allah’ın yüce ellerine teslim ve armağan etmeyen kimsenin işleri de sonunda hep felaket olur.
Kendini beğenmişlik ve cehalet hastalığı ekseriyetle aynı yürekte kardeştir. Tedavisi ilim ve tevazu olan bir yüreğe değmektir. O bazen bir bakışla olur. Bakış aşka yol bulursa kalp ilacı emer yarayı acıtarak ve şifa suları ruhun pınarlarından coşar yüzü hidayetin rengine boyayarak.
İlahi aşka ulaşmak bazen derhal mümkün olabilir. Bir örtü düşünün ve örtünün önünde bir adam heyecan içinde beklemekte, kendini perde ile gizleyen güzeller güzeline perdeyi aralaması için yalvarmada. Birden bir rüzgar çıkar ve perde hafifçe salınır, içinden ışıklar fışkırır rengarenk ve nurlar etrafa saçılır en güzel ses ruhlarda çınlanır. Perdenin önündeki adam ise Sevgilinin vechini izin verildiği kadar görmüştür ve o anın muhteşem etkisine dayanamayarak ölür. Siz ise o perdenin ardındaki güzeli değil ama güzeli gören gözleri ve onun içindeki ışık yansımalarını görürsünüz. O kişinin titremesini ve çatlayan kalbini tutarak büyük bir ah çekerek ölmesine şahit olursunuz. Böylece İlahın vechine bakan sevgilisinin gözlerine bakmakla perdenin ardındaki sevgiliye erişemez fakat fırtınanın bir şehir üzerindeki inanılmaz etkisinden yola çıkarak heyecanlanırsınız. İster istemez gözleriniz perdenin ardına kayar. Bunun için onun bir sevgilisinin gözlerine aşk halinde iken yakalayıp bakmak fırsatına erişmek yeterlidir.
Bir melek çıkar o perdenin ardındakinin derdine düşmüş adama rehber olarak. Adam derki;
- Perdeyi yırtıp atmak istiyorum, sonunda ölüm bile olsa bunu yapacağım. Yeter ki bu muhteşem gücü ve güzelliği bir an yaşayayım. Yeminler olsun ki bu binlerce ölüme bedel. Çünkü ben sadece O’na değil Onu gören göze bile aşık oldum.
- Perdeyi yırtmak bizim elimizde değil ki; çünkü hakikatte perde bizim içimizde, birde biziz ve perde bizde. O ise apaçık heryerde.
- Onu derhal görmek istersem, buradan ona seslenip haykırsam, kendini göstermeden gitmeyeceğimi söylesem…
- Allah sabırla edilen duaları eninde sonunda kabul eder. Fakat edepsizce ve sanki bu layık olduğun bir hakmış gibi, şımarık bir çocuk gibi yaklaşırsan o zaman Azamet ve Kibriya yüzünü görürsün Hakkın. O zaman ya delirirsin yada yok olursun.
- Öyleyse nasıl yaklaşmalıyım ?
- Bir ülkenin kraliçesine yaklaşmaya çalışan o ülkenin en çirkin ve fakir kölesi gibi edep ve yere değen tevazu ile. Öyleki o bak demeden bakmamalı, her ne derse aynen ve en güzel şekilde yapmak için uğraşmalı.
- Benimle alay mı edersin ey melek. Hiçbir kraliçe köle ile görüşür onu kendine layık bulur mu?
- Eğer o kalp sarayı o dünyada bir tek ise o sarayda yalnız bir köle varsa elbette Kraliçesi görüşmeyi seve seve ister. Ayrıca O kraliçe olduğuna göre onun dışında herkes kölesi sayılır. Öyleyse kendini aşağı görme bu şekilde ve ona erişmeyi ümit et. Bir baksana etrafına tüm köleler işte, dertte ve lakırdıda. Perdenin yanında ve bir melekle konuşan ve O2nun izniyle, kalpleri yönlendirmesiyle güzel yüzünün yolunu arayan kim?O adam meleğin rehberliğine girer ve basamakları adım adım çıkarak aslında Kraliçe’nin meleğe tarifi ve çağrısı ile o köleye yolları çıkarır, nice hediyelerde bulunup rütbeler verir.
0 yorum:
Yorum Gönder